İki yıl evvel Kişisel Eğitim ve Gelişim Uzmanı Sıtkı ASLANHAN hocamız televizyon programında bir öğretmen ile öğrencisi arasında geçen hadiseyi şöyle anlatıyordu ;
Adam 48 yıl önceki ilkokul öğretmenini parkta görünce, utanarak yanına yaklaşıp "hocam beni tanıdınız mı?" dedi.
İhtiyar öğretmen:
- Hayır tanımadım.
Adam:
- Hocam nasıl tanımazsınız!.. Ben ilkokul öğrenciniz M....a. Hocam sınıfımızda bir arkadaşın saati kaybolmuştu. Ben almıştım. Siz de "herkes kalksın ve ellerini tahtaya dayasın, arama yapacağım" demiştiniz. Ben utanmış ve çok korkmuştum. Sizin ve arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım diye soğuk terler döküyordum...
Sizden bir komut daha geldi.
"Şimdi herkes gözlerini kapatsın."
Ortalarda bir yerdeydim. Aranma sırası bana gelmişti. Saati cebimden sessizce almış, devamla, aynı sessizik içinde son arkadaşa kadar aramayı sürdürmüştünüz. Sonra bizi yerimize oturtup bana ve hiç kimseye hiç bir şey söylemeden saati sahibine vermiştiniz.
Büyüdükçe içimde büyüttüm bu davranışınızı... Hocam ben şimdi 60 yaşındayım. Düşünüyorum da şu hayattaki en büyük dersi, o gün sizden almışım. Her aklıma gelişinde sarsıldım ve her aklıma gelişinde kendimi sizden kalan erdemin koruyucu gölgesinde hissettim.
“Utancı bilerek yaşamak korkunç...
Daha da korkuncu, bilerek yaşatmak.” derler..
Hocam siz bana o utancı yaşatmadınız.
Yaşasaydım unutur muydum, doğrusu bilmiyorum. Ama beni utandırmamanızı hiç unutmadım Hocam.
Şimdi hatırladınız mı beni?
İhtiyar öğretmen yan yana oturdukları bankta öğrencisine yaslanarak:
- O olayı ertesi gün unutmuştum ben. Şimdi sen anlatınca hatırladım
Sizlere "gözlerinizi kapatın" dediğimde ben de gözlerimi kapatmıştım. O yaştaki her çocuğun düşebileceği yanılgıya düşen öğrencime karşı içimde bir ön yargı oluşsun istememiştim.
O sen miydin?
Bilmiyordum, nasılsın?
Günümüzde böyle öğretmenler kaldı mı bilmiyorum?
Bu hikaye öyle dersler barındırır ki verilen mesajın özünü yazmaya çok da kelime bulamıyorum.
Bu ders öyle bir derstir ki Edebiyatından da Felsefesinden de çok daha tesirli... Bu hikaye bize gösteriyor ki bir öğretmenin görevi sadece bilgiyi bilmenin sonucu olarak aktarmak iletmek ve öğretmek değildir. Bir öğretmen öğretenden ziyade muallim ve her şeyden önce ilmiyle amil olmalı. Yol gösteren irşat eden, bilgisinin yanına en başta saygı, sevgi, edep, merhamet ve vicdan kavramlarını da koymalı ki geliştirdiği ve yetiştirdiği bireyler “insan-ı kâmil“ olsun.
Çünkü asıl mahirlik Türkçe ve Matematiği ustalıkla anlatmak değil bilakis; kalplere ruhlara dokunabilmek, gönüllere tohum ekebilmek, bir ufuk bir vizyon üretmek, bir ahlâk dersi vermek, bir değer yaratmak ki bu değerler o öğretmeni kırk yıl sonra da hatırlatsın...
Ben merkezli doktor ve mühendisler yetiştirmek kolay da Fatih gibi adamların arkasındaki Akşemseddin olabilmekte değil miydi asıl hüner...?