Şu anki Gülistan caddesinin eski adı tekel caddesiydi. Cadde boyunca bir kaç yığma dükkandan oluşan ‘sokak, cadde’ karışımı bir yerdi. Dükkanlarda kaynakçılar, tanker, oto tamircileri ve kaportacılar çalışırdı.
Ustaların çoğu Gaziantepliydi. Bugün Batman Küçük Sanayi Sitesi’ndeki birçok usta, bu atölyelerde yetişip meslek sahibi oldular.
ALETSİZ OYUNLAR
O yılların Batman’ın da ‘Aletsiz oynanan oyunlarımız da vardı. Mesela uzun eşek oyunu. Bir kaç arkadaş bir araya gelince başlardık, oynamaya üstünüzde birileri olduğu zaman hoş olmasa da biz birilerinin sırtındayken hoşunuza giderdi. ‘Güle’ dediğimiz rengarenk cam bilyeler. Harçlıklarımızdan biriktirdiğimiz paralarla çamurlu bahçelerde güllerle ile oynadığımız oyun kumar sayılmazdı. Güllesine oynanan oyun iki kişi tarafından oynanabildiği gibi bir oyun. İki veya daha fazla kişi ile de oynanabiliyordu. Bilye rakibinin bilyesine çarpınca iki bileye alırdık. Ancak değmediği zaman rakibin bilyesine yakınlık mesafesini Parmaklarımızı ölçü olarak kullanırdık. Yan yana gelen iki bilye parmaklarımızın dokunduğu kadar yaklaşmış ise karşı rakipten bir bilye alırdık. Bazı arkadaşlar bu oyunu iyi oynardı, cepleri bilye ile şişkin vaziyete gezerdi. Kızlar da vardı, mahallemizde. Onların oyuncak bebekleri yoktu, bezden bebekler yaparak oynarlardı. Veya beş taşla oynanan oyunları vardı. Erkelerden ayrı oynarlardı oyunlarını. Bir de ip atlamayı. Çok sevilirdi, mahalledeki kızlar tek başına veya bir kaç kızla ip atlarlardı. İpi iki kişi sallar, ip atlayacak kız kenardan girip zıplamaya başlardı. Zıplayarak bir kaç atlayışı ipe takılmadan gerçekleştirdiklerinde ‘ip atlama’ alanından çıkardı. Takıldıkları taktirde ip salama sırasını devir alırdı.
İLKEL FUTBOL SAHALARI
Futbol oynamadan günlerimiz geçmezdi. Veysi Hürmüz arkadaşımın, babası toptancıydı. Topları, babası alırdı. Veysi arkadaşımız futbol meraklısıydı. Mahalledeki çocuklarla şu an Hamidiler pasajının arkasındaki açık alanda maçlar yapılırdı. O alanda önceden odun satışı alanıydı. Dökülen odun kabuk ve talaş parçaları, alanı çimlendirilmiş saha oynuyormuşuz gibi hissettiriyordu. Kale olarak ayakla ölçülen mesafeyi iki taşla belirlerdik. Sahanın sınırlarını kireç tozu kullanarak çizerdik, Ancak işaretler çok geçmeden kaybolurdu. Takımlarında oynatmak için hiç bir ekip beni tercih etmezdi. Genellikle maç yapan arkadaşları seyrederdim. Bazen kaleye geçerdim. Topu yakalamak için atladığımda canım yanardı. Anlamsız bulurdum, futbol maçlarını. Fakat izlemeyi severdim. Gülistan caddesi olarak bildiğimiz güzergah kerpiçten yapılı üstü kiremit çatılı bahçeleri duvarla ayrılmış iki ev vardı. Biri rahmetli ‘Amo Fele’ amcanın ailesiyle ikamet ettiği evdi . Diğeri ise Tekel in ambar olarak kullanılan evdi.
TEKEL’İN KOLCULARI
O ambarlarda görev yapan iki gümrük memurunu hatırlıyorum. Önceleri atlı olarak görev yaptıkları anlatılırdı. O zamanı giydikleri elbiseler tuhaftı. Körüklü çizme, süvari pantolonu üstüne giydikleri düğmeleri tunçtan ceketi. Şapkaları bekçilerinkine benziyordu. Resmi kıyafetleri olarak hatırladığım giysilerin rengi ise gri idi. Şahısların biri uzun boylu ve iri yapılıydı. Diğeri kısa ve şişmandı. Onları izlediğim bir filimin karakterlerine benzetirdim. Filmin oyuncuları İtalyan aktörlerdi. Film Türkçeye çevrilirken aktörlerin adları yavru ile katip olarak değiştirilmişti. Film iş yapınca serisi devam ettirilmişti. Yavru kısa boylu. Katip uzun boylu olması nedeniyle onları anımsatıyordu.
ESKİ TEKEL CADDESİ...
Şu anki Gülistan cadde güzergahının adı eski ‘Tekel caddesiydi. Öncesinde ise birkaç yığma dükkandan oluşan ‘sokak-cadde’ karışımı bir yerdi. Dükkanlarda kaynakçılar, tanker is timcileri, oto tamircileri ve kaportacılar çalışırdı. Ustaların çoğu Gaziantepliydi. Bugün sanayideki birçok usta, bu atölyelerde yetişip mesleğe başlamıştır. Kaportacı Sabahattin ve Nedim Saygılı kardeşler, kaporta, boya ve oto camı değişimiyle ilgilenirlerdi. O dönemde oto camı üretmek için fırın yaptıkları ve cam üretmeyi denediklerini hatırlıyorum. Bu işin ustası da Bitlisli' idiler. Sabahattin usta, Nedim’den büyüktü. Zayıf uzun boyluydu. Arada bir gülerdi, ancak o kadar. Nedim orta boylu esmerdi. Asıl mesleği öğretmenlikti, istifa ederek ağabeyi ile birlikte çalışmayı tercih etmişti. Arkadaşım Çetin Şahiner ve Hacı Mustafa Yaşar, burada usta oldular.
Şimdi ikisi de mesleklerini devam ettiriyorlar.
BELEDEYİ SARAYI YERİ ODUNLUK SATIŞ ALANIYDI
Yeni Belediye sarayının olduğu alan, odun satış yeriydi. İsmi yada lakabı ‘Karnebo’ olarak aklımda kalan yaşlı şahsın bir satış standı vardı. Dikey hızarlar ile kütük haline getirilen ağaçlar, oduncular tarafından parçalara ayrılarak istiflenirdi.
Müşteriye satış sonrasında taşıma işi at arabalarla yapılırdı. Kış sezonuna yakın bu alanda günün her saati insanlarla dolardı. ‘Karnebo’nun Akyürek mahallesinde hemzemin geçidinin ilerisinde küçük bir dükkânını, ofis olarak kullanırdı. Hatırladığım kadarıyla Karnebo, Turan İzgi’nin dedesi yada yakınıydı. Odun satış alanının Cumhuriyet ilkokulunun arkasındaki boş alanın odun deposu olarak belirlenmesinden sonra Karnebo ve yakınları, bu mesleği bırakıp hafriyat işine başladı.
LUNA PARK ALANI…
Sonraları Belediye sarayının bulunduğu alan, Luna parkların konakladığı yerlere dönüştü. Giriş ücreti ödemeden girilirdi. İlk dikkati çeken oldukça yüksek bir kulenin üzerine yaklaşık 5’şer metre uzunluğunda eşit aralıklara 20’den fazla kol takıp onların ucuna dörtlü Zincirleri sarkıtıp uçlarına oturaklar bağlanmıştı. Aşağıdaki platform ise müşterilerin bu oturaklara binmeleri için yapılmıştı. Yerden yüksekliği beş metre olan platforma merdivenlerle çıkılırdı. Müşteriler oturaklarına bindikten sonra güçlü bir elektrik motorunu çalıştırılıp düzeneğin dönmesi sağlanırdı. Hayatımda bu binmeyi denemediğim. Bu eğlencenin verdiği zevki de tatmadım. Binenlerin alet dönerken çığlık atmaları yaşadıkları andan zevk aldıklarını düşünürdüm. Ya zincir koparsa? Endişem benim bu düzeneğe binmemi engellemişti.
LUNA PARK’TA FALCILAR VARDI
Fala bakan bir kızın; perdeli bir kabinden karşıda duran gençleri fallarına bakmak için çağırdı. Çağrılan şahıs önündeki engeli geçerek kabine yanaşır, kafasını kabinden içeri aldıktan sonra perde kapatılırdı. Bu sohbet uzun sürmezdi. Falcının falına baktığı şahısın 25 kuruşunu alıp yollardı. Halka oyunları da ziyaretçilerin uğrak noktasıydı. Standa dizilmiş sigara paketlerine atılan halkalar, hangi sigaraya ortalı olarak girerse sigara paketi atıcının olurdu. Müşteri çoğunlukla kaybederdi. Harçlığım olmadığından ben izlemeyi tercih ederdim.. Başkalarının yaşadığı heyecanı hissetmeye çalışırdım. O dönemler Erol Büyükburç un seslendirdiği ‘Berduş 'um ben Berduş 'um’ pop müzikli şarkısını mırıldanarak parkta dolaşırdım.