Bu cümleyi geçen gün sosyal medyada gördüm. Çok hoşuma gittiği içinde whatsapp durumumda da paylaştım. Ancak sözün sahibi ne demek istemiş diye, kendimce bunu açıklamak istedim. Bir toplumun geleceği, çocuklarına öğrettiği değerlerle şekillenir.
Ahlak, bireylerin yalnızca kendi yaşamlarını değil, toplumun genel refahını ve huzurunu da etkileyen temel bir değerdir. Ancak, kötülüğün ödüllendirildiği, adaletin işlemediği bir ülkede ahlak, bir ideal olmaktan öteye geçemez. “Kötülerin kaybetmediği bir ülke, çocuklarına ahlakı öğretemez” cümlesi, toplumsal düzenin ahlak ile adalet arasındaki güçlü bağa dayandığını açıkça ifade etmektedir.
Bir ülkede kötüler hep kazanıyorsa, çocuklar ve gençler bu düzeni gözlemleyerek doğru ile yanlış arasındaki çizginin bulanıklaştığını görürler.
Yolsuzluk, yalan, haksızlık gibi kötü davranışlar bir yaşam biçimi haline geldiğinde, dürüstlük ve adalet gibi erdemler zayıflar. Bu neden ile insanlar için ahlaki değerler, öğretilen soyut kavramlar olmaktan öteye geçemez, çünkü etraflarında bu değerlerin uygulandığını göremezler.
Belli bir süre sonra kendilerini de aynı davranışları sergilemek durumunda görürler.
Aileler çocuklarına dürüstlüğü ve adaleti öğretmeye çalışırken, çocuklar o zaman şu soruları sorarlar;
• Eğer dürüstlük önemliyse, neden yalan söyleyenler daha başarılı?
• Eğer adalet varsa, neden hak edenler değil, güçlü olanlar kazanıyor? Gibi…
Bu sorular, çocukların ve gençlerin zihninde ahlaki çelişkiler yaratır ve sonuçta ahlaka olan inançlarını zedelenmiş olur.
Ahlak, yalnızca öğütle değil, örnekle de öğretilir. Bir toplumda dürüst, çalışkan ve erdemli bireylerin ödüllendirildiği, kötülüğün ise cezalandırıldığı bir düzen yoksa çocuklar, gençler sağlıklı rol modeller bulamaz. Yetişkinler tarafından sürekli ahlakın öneminden bahsedilse de, bu söylemler eyleme dönüşmediğinde çocuklar, gençler için inandırıcılığını kaybeder.
Bir çocuğun ilk ahlaki eğitimi, aile ve çevresinden gelir. Ancak bu çevre, adaletsizliği, yolsuzluğu ve kötülüğü sıradanlaştıran bir toplumsal yapının etkisi altındaysa, çocukların, gençlerin vicdan ve ahlak anlayışları bu yozlaşmadan etkilenir. Günümüzde içinde bulunduğumuz handikap buna güzel bir örnektir.
Adaletin olmadığı bir toplumda ahlak öğretilmesi mümkün değildir. Çünkü ahlak, yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal bir sorumluluktur. Kötülerin kaybetmediği bir ülkede adalet mekanizması çalışmaz; bu da toplumda ahlaki çürümenin yayılmasına neden olur.
İnsanlar, bireysel olarak ahlaki değerleri benimseyebilse de, adaletsiz bir ortamda bu değerlerin korunması imkânsız hale gelmiş olur.
Örneğin, bir çocuk okulda bir sınavda kopya çekmenin yanlış olduğunu öğrenebilir. Ancak, kopya çekenlerin ödüllendirildiğini ve dürüst davrananların dışlandığını gördüğünde, kopya çekmenin daha avantajlı bir yol olduğunu düşünebilir. Bu, ahlaki yozlaşmanın bireyden topluma nasıl yayıldığını göstermektedir.
“Kötülerin kaybetmediği bir ülke, çocuklarına ahlakı öğretemez” ifadesi, yalnızca bireylerin değil, bir ülkenin geleceği için de bir uyarıdır. Adaletin ve erdemin hâkim olmadığı bir toplumda, çocuklar, gençler ahlakı öğrenemez, öğrenseler bile uygulayamazlar. Bu nedenle, toplumların çocuklarına ahlakı gerçek anlamda öğretebilmeleri için öncelikle kötülüğü ödüllendiren değil, cezalandıran bir düzen inşa etmeleri gerekir. Ancak o zaman ahlak, sadece bir ideal değil, bir yaşam biçimi haline gelmiş olur.
Bunu en kısa sürede mevcut yasalarda cezaları caydırıcı kılmak ve eğitim sistemimizi hak, hukuk, adalet temelinde, insan haklarına saygılı bireyler yetiştirmek üzere kurgulamaktan geçmektedir.