Gelecek kaygısı; insanların yaşamlarında belirsizlikle karşılaştıklarında hissettikleri endişe ve güvensizlik durumunu ifade eder. Bu duygusal durum, bireysel düzeyde kişilik özelliklerini etkileyerek daha geniş toplumsal sorunlara yol açabilir.
Gelecek ile ilgili belirsizlikler, insanların dürüstlük, empati, yalan konuşmak, rüşvet, hırsızlık ve adalet gibi insani değerlerinden ödün vermelerine neden olur.
Ayrıca gelecek kaygısı, bireylerde hayatta kalma güdüsünü tetikleyerek etik ve insani olmayan değerlere davranışlara zemin hazırlar. İnsanlar, gelecek ile ilgili güvenliğini ve statüsünü korumak için yalan söylemeye, ikiyüzlülük, dalkavukluk, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık gibi davranışları sergilerler.
Ekonomik güvencesizlik, insanların kısa vadeli kazançlar uğruna etik değerlerden uzaklaşmasına yol açar. Bir birey, hak ettiği bir fırsatı başkasına kaptırma korkusuyla dürüst olmayan yolları tercih eder.
Bu korkuyu yaşayan bireyler, toplumsal veya dini değerleri, bireysel çıkarlarını uğruna göz ardı ederler. Bu durum, ahlaki erozyonu hızlandırır ve bireylerin kendilerini manevi olarak boşlukta hissetmelerine neden olur.
Adil ve refah düzeyi yüksek devletlerde ise; insanlar, gelecekteki yaşamlarına dair güven duyduklarından dolayı daha çok insani etik ilkeler ve adil davranışlar sergilerler.
İster kabul edin isterse etmeyin, Örneğin batı toplumlarındaki insani değerlerin doğu toplumlara göre daha yüksek olmasının ana nedeni, insanlarda gelecek kaygılarının olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Refah düzeyi yüksek ülkelerde, bireyler arasında kaynaklara erişim daha adil ve eşit olduğundan, insanlar rekabet yerine iş birliğini tercih eder. Buda, yalan söyleme veya başkalarının hakkını gasp etme, dolandırıcılık gibi davranışları azaltmaktadır.
Toplumsal refah, bireylerin geleceğe güvenle bakmasını sağlarken, bu güvenin eksikliği sosyal düzeni zedelemektedir.
Gelecek kaygısı yaygınlaştığında toplum içinde güven azalır. İnsanlar birbirlerine kuşkuyla yaklaşır ve sosyal bağlar zayıflar. Tıpkı günümüzde milletimizin içinde bulunduğu durum tamda bunu göstermektedir.
Adaletin zedelendiği, refah düzeyi düşük olduğu zaman kaynak dağılımındaki dengesizlikler yolsuzluk ve fırsat eşitsizliğini artırır. Bu durum, insanları etik değerlerden uzaklaştırır. Gelecek kaygısı, insanları bireysel kurtuluş yollarına iterken toplumsal dayanışmayı zayıflatır. Bu durum, insanlarda bencillik, manevi ve kültürel yozlaşmaya yol açmaktadır.
Yani bu korku; bireylerin kişiliklerinde ve toplumsal yapıda derin olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu korkunun azaltılması, adil bir hukuk sistemi, sosyal güvence mekanizmalarının güçlendirilmesi ve eşit fırsatlar sunan bir ekonomik düzenle mümkündür.
Refah düzeyinin yüksek olduğu ve adaletin olduğu devletlerde, bireyler hem insani değerleri koruyabilir hem de toplumsal refaha katkıda bulunurlar. Bu nedenle, insani etik ilkeler ile toplumsal düzen arasında güçlü bir ilişkinin olduğu unutulmamalıdır.
Bu neden ile insanlar bu temelde yetiştirilmelidirler.