Bir cemaat yurdunda hayatına son veren Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara gündemde ve sosyal medyada çok konuşuldu çok tartışıldı.
Bu gencin intihar etmeden önce çekmiş olduğu video kaydına baktığımızda intihar etme sebebinin ailesine açılamaması, okuduğu bölümü sevmemesi, gelecek adına kaygılar yaşaması, rızası dışında bulunduğu yurtta olması gibi ruhsal ve ekonomik birçok sorun ile boğuştuğu görülmekte iken durumdan vazife çıkarmak isteyen bir takım cenahlar pusuda bekleyen avcı misali mal bulmuş mağribi gibi olayı sadece kaldığı yurda ve camiaya mal etmeleri, İslam’a ve İslam’ı gruplara saldırmaları ile ideolojik düşmanlıklarını ve İslam’a olan kindarlıklarını bir kez daha ifşa etmişlerdir. Bir doktor yanlış teşhis veya yanlış ilaç tedavisi ile hastasını öldürürken bütün hastaneler kapatılmamış TIB'a da hakaret edilmemiştir.
Ferdi olay ve nesneler üzerinden toptancı bir mantıkla yasaklar konulup kurumlar kapatılacaksa öncelikle barlar, pavyonlar, umumhaneler, gece kulüpleri, dahası binlerce zararlı internet siteleri ile tiktok gibi çukurların kapatılması gerekmez mi? Zira kadınlar çocuklar ve gençler buralarda daha çok kirleniyor, tuzağa çekiliyor, uyuşturucuya alışıyor, gayri meşru ilişkiler içine girerek binlercesi öldürülüyor veya intihar ediyor.
Uyuşturucu bataklığında her yıl binlerce gencimizin hayatı ve geleceği kararırken bu cenahın sosyal medya ve diğer mecralarda bir tek uyuşturucu karşıtlıklarını göremezsiniz. Feci ölümlerle sonuçlanan birçok trafik kazasının sebebi alkol iken alkol yasaklansın diye en ufak bir talep ve isteklerini göremezsiniz.
Çünkü bunların asıl derdi Enes Kara olmadığı gibi toplumun refah ve huzuru da onlar için esas mesele değildir. Nitekim Enes ölmeden önceki son üç yılında inancını yitirmiş. Enes’in Ateist olması ve bu olayın vuku bulmasında etkili bir faktör olmasına rağmen işlerini ve hesaplarını bozacağı için olayın bu tarafından hiç bahsedilmemiştir.
Enesin on dakikalık video kaydından işlerine gelen tek şey Enes’in kaldığı cemaat yurdudur.
Yani Enes cemaat yurdunda değil de bir gazino veya eğlence mekânında ölseydi bu cenah bu kadar yaygara koparmazdı. Her ölüm acıdır, ölen gencecik bir insan olunca bu daha da acı olur ki böylesi gencecik bedenler üzerinden ideolojik hesaplarla tepinmek büyük bir insafsızlık büyük bir küstahlıktır.
Düşünce özgürlüğünün kisvesi altında dini değerlere düşüncesizce hakaret etmeyi kendine görev edinmiş zavallı akademisyenler ile beyinleri fukara iken dilleri ukala kesilen sanatçı bozuntularının sergilemeye çalıştığı hünerler de aslında bu cenahın birer zihniyet yansımalarıdır.
Konuyu fazla dağıtmadan Enes Kara'nın ölümü üzerinden ideolojik rant devşirmeye çalışan güruhları bir kenara bırakıp siz değerli anne babalarla biraz dertleşmek istiyorum. Enes Kara olayı günümüz toplumunun kanayan bir yarası ve acısıdır. Öncelikle bilmeliyiz ki bu ölümden hepimiz sorumlu hepimiz suçluyuz.
Gençleri fakirlikle açlıkla korkutan bir akım ve yarış atları gibi derslere sınavlara koşmaya zorlayan, bireyi adeta mahkuma dönüştüren bir eğitim sistemi karşısında anne babalar olarak ne yazık ki çoğumuz bilinçsiz, duyarsız ve yetersiz kalıyoruz. Çocuklarımızın gençlerimizin iç dünyalarını anlamadan onlara hiçbir şey vermeden onlardan çok şey isteriz.
Her anne baba çocuğunun iyilik ve mutluluğu için çabalar.
Ancak bu iyiliklere götüren yol yöntem ve iletişim kanallarını iyi seçemiyoruz.
Şekilci din, baskıcı kıyafet, dayatmacı yaşam tarzı anlayışı ile tertemiz gençlerimizi farkında olmadan kendi ellerimiz ile batıl inançlara teslim ediyoruz. Ahlâk ve fazileti sadece tesettüre bağlamak, doğru insan bilinçli Müslüman olma yolunda kurtuluşu sadece imam hatiplerde ve ilahiyat fakültelerinde görmekle çok büyük yanlışlar yapıyoruz.
Dinlediğinizde göreceksiniz ki Enes’in itirafında geçtiği gibi Enes’in Ailesi de Enes’i seviyor ve Enes için iyi şeyler yapmaya çalışıyor ama görünen hakikatte bu sevgilerini birbirlerine iletecek bir iletişim yolunu bulamamışlardır.
Enes'i intihara sürükleyen asıl sebep Enes'i anlayacak kimsenin olmamasıydı. Enes’in en çok ihtiyaç duyduğu kan anlaşılmasıydı. Fakat Enes kalabalıklar içinde yalnız kalmış ve derdini kimseye anlatamamıştı. Ne yurt ne de okul arkadaşları bu dramatik süreci görememiş, delikanlının dertlerine ortak olamamış ve Enes'e yaşama sevinci sunamamışlardır ki Enes önce inancını yitiriyor sonra da yaşamını...
Bu olay üzerinden ben önce kendime sonra da siz değerli anne babalara buradan seslenmek istiyorum..!
Lütfen geleceğimiz olan çocuklarımıza gençlerimize sahip çıkalım.
Çocuklarımızın hayatına yön verirken onlarla ilgili kararlarda her şeyi bilen biz olmayalım. Her şeyi bilmek zorunda değiliz çünkü her şey bizim etrafımızda dönmüyor ve çocuklarımız bizim onlara biçtiğimiz rolleri oynamak için bu dünyaya gelmemişlerdir.
Çocuklarımızı kendi istediğimiz okul ve mesleklere değil çocuklarımızın istediği ve severek icra edecekleri mesleklere yönlendirelim. Herkesten evvel onları biz anlamalı girecekleri ortamlarda yapı ve duygusallıklarına oradaki çevre koşullarına ayak uydurup uyduramayacaklarına çok dikkat edelim. Yanlış ve hatalarını gördüğümüzde küçük dokunuşlarla onlara yön verelim.
Anne baba olmanın kolay Anne ve babalık yapmanın zor olduğu bir zamanda Enes misali zehirlenmiş gençlerimizi görünce üzülmemek elde değil. Ve ah keşke Anne ve Babalık yapmanın da bir okulu ve eğitimi olsaydı diyorum. Keşke ticari ve mesleki kariyerlerimize ayırdığımız zamanlarımızın bir kısmını da çocuklarımıza ayırıp sorunlarına kulak verebilseydik.
Dünyaya ve insanlığa hiçbir yarar ve fayda sağlamamış batıl inançların çocuklarımızın beyinlerini işgal etmeden çocuklarımızın imdadına biz yetişseydik.
Her çocuk her genç birer saray ve bu sarayın girilecek kapılarını açacak yegane anahtarın sevgi olduğunu bilseydik. Ağız dolusu gülen enerji dolu gençlerimiz üniversite kapılarına adım attıktan sonra hayallerini yitirmiş mutsuz umutsuz gençlere nasıl dönüştüklerini anlayabilseydik.
Yarım bıraktığımız hayallerimizi mesleklerimizi çocuklarımız üzerinden tamamlamaya kalkmasaydık. Çocuklarımızın en iyi anladıkları dil olan şefkat diliyle konuşabilseydik. Çocuklarımızı severken gerçekten sevebilseydik.
Gözlerimizdeki bakış ile ellerimizdeki sıcaklık ile sesimizdeki melodi ile sevgiyi ruhlarına işleyip başka sevgilere ve övgülere aç bırakmasaydık. Yüz yüze diz dize oturup çocuğumuzun gözlerindeki hüzne, sevince, derde ortak olabilseydik. Onların bizim için değerli olduklarını onlara hissettirebilseydik.
Sevgimizin ölçüsünü akademik başarılarına bağlamasaydık. Ne olursa olsun, dersleri notları sınavları kötü dahi geçerse yine de tarafımızdan sevilip korunacaklarına inanmalarını sağlasaydık.
Hayat filmlerinin yönetmeni olurken başrollüğe girişmeden, kırmadan incitmeden sürdürülebilir anlaşılabilir kabul edilebilir kurallar sınırlar koyabilseydik.
Kendi kararlarını kendilerinin verebileceği bir özgüven aşılayabilseydik. Gelişen değişen dijitalleşen ancak huzur vermeyen bir dünyada geçen her günün ömrümüzden kopan bir yaprak olduğunu anlayıp çocuklarımıza dünyayı dar edecek gayelerin peşinden koşturmasaydık.
Gençlerimizi Deizm'in Ateizm'in ütopik hayallerinden kurtarıp, yaratan yaşatan ve rızıklara kefil olan Allah'ı anlatabilseydik.
İnsanın yaratılış gayesinin sadece yemek içmek, eğlenmek, para kazanmak, meslek sahibi olmak değil tıpkı dünyevi sınavlar gibi bu dünyanın da bir imtihan yeri olduğunu idrak ettirebilseydik.
İnsanca yaşamanın sırrına erebilsek, emanet diye taşıdığımız bu canlarımızı rahmana hakkıyla teslim edebilseydik.