Cadde sokakta, alışverişte, trafikte, okulda, sınıfta, evde, tarlada arazide, hemen her yerde ölüm haberleriyle sarsılıyor, cinayet, kan ve gözyaşına şahit oluyoruz.
Peki ama neden ?
Neden konuşamıyoruz?
Neden anlaşamıyoruz?
Neyi paylaşamıyoruz?
Kabil'i Habil'e düşman eden sebep neydi? Üç günlük dünyada ezmeye, kırmaya öldürmeye yönelten sebep ne? Azlarımız neye göre az, çoklarımız neye göre çok, insan neyi kazanırsa zengin neyi kaybederse fakir olur. Derdimizin gerekçe ve ölçütü nedir sahi? Tatillerdeki yorgunluğumuz mu, bayramlardaki hüznümüz mü, yaşlılıktaki garipliğimiz mi, kalabalıklardaki yalnızlığımız mıdır derdimiz? Nedir nedendir niçindir bu bitmeyen kin ve haset dolu hırsımız? Can'a kıymanın insan öldürmenin kolaylığı ile kanımıza nüfuz eden “BEN” merkezli ferdiyetçi virüsün hastalığın adı ve türü nedir? Hakkımızı aradığımız için haksızlığa mı uğruyoruz? Hakkı kendimize uydurmaya çalıştığımız için zulüm mü ediyoruz? Hangi hesapların içinden çıkamıyor neyi bölüşemiyoruz? Nedir nedendir bu çifte atmalarımız Allah aşkına söyleyin biz neyi paylaşamıyoruz...
Değer ve ölçülerimiz bu kadar çabuk mu kaybolacak, değişim ve dönüşüme bu kadar hazır ve hızır mı olacaktık. İnanç kültür, örf adet, gelenek ve göreneklerimize bu denli duyarsız ve ilgisiz mi kalacaktık. Hatırlar mıyız çok değil az geriden eskiyi; yaşam hep yokluk hep zorluktu ama gönüller toktu. Kimsenin gözü kimsenin toprağında suyunda yoktu. Tarlasını iki davarla günlerce süren dedemiz için bir ağacın gölgesinde dinlenmek en büyük mutluluk iken, varlık rahatlık ve çokluk içinde kaybettiğimiz huzurumuza acep ne oldu? Aklımız kalbimizin yörüngesinden çıktığı günden bugüne mantığımızla kalbimizin terazisini her nedense bir türlü ayarlayamıyoruz. Endişeliyiz tedirginiz, huzursuzuz. Ne olur söyleyin bana benim amcam.! benim dayım.! Bize ne oldu? Biz neyi paylaşamıyoruz...
Sloganlaşan sevdalarımız ile yabancılaşıyoruz birbirimize hem de aynı çatılar altında. Gürültü patırtı içinde yüzlerce kelimeyle konuşuyor bağırıyoruz ama birbirimizi duyamıyoruz. Doyumsuzluklarda doyacağımızı, seraplarla kanacağımızı sandıkça duymak ve anlamak gelmiyor işimize. Ne çok kırdık birbirimizi. Ne çok anlamadık, ne çok anlayamadık ne çok anlamak istemedik, çoğu kez tanımaya bile çalışmadık birbirimizi sadece vurduk yaktık ve yıktık. Şeytani suizanların vesveselerinde kusurlarımızı unutmak için kendi kendimizce fetva ve bahaneler ürettik. Yapıcı olmak ateşi söndürmek varken hırslarımıza yenildik. Menfaatler uğruna yekdiğerini kandırıp aldatan, kaba, hırçın, nobran davranışlar sergileyen; itikadi ve ahlaki aşınma yaşayan bir duruma geldik. Sevgi, merhamet, şefkat, hayâ duygularımızı ne ara hangi beldelerde yitirdik. Selâmın özünü anlamını kavrayamadık. Şartsız tebessümlerimizi müstehzi bakışlara bıraktık. Bir şafakta gün doğumunu izleyemiyor, sokakta bir çocuğun başını okşayamıyoruz çünkü dirhem dirhem kavga, dirhem dirhem şiddet kokuyoruz. Kendi kendimizin hem zâlimi, hem mazlumuyuz. Korku ve kaygılar tek ortak noktamız. Hangi limana gideceğimizi de bilmiyor ama durmadan koşuyoruz. İtidale muhtaç ruhlarımız. Ey benim rotasız insan kardeşim. Neyin yokluğunda neyi arıyoruz.
Ey hakikat şehrine, iyilik ve insanlık yoluna yolcu olan mübarek kervan; ilim irfan ehli alim.! Haktan hukuktan dem vuran büyüklerim.! Dokuzuncu tavafını yapan hacı.! bana bir harf öğrettiği için kırk yıl kölesi olduğum hoca.! Arkasında namaz kıldığım Seyda.! Ne olur mesleki apolet ve etiketlerimizi, manevi sarık ve cübbelerimizi, bizi onure etmiş plaket ve belgelerimizi önümüze koyarak kendimize soralım;
İnsan ve insanlık olarak nereye gidiyoruz? Bize ne oluyor? Nereye sürükleniyoruz? Birbirimizi neden bu kadar hazmedemiyoruz? İçimizdeki bu kin ve öfkenin kaynağı nedir? Bunca deprem ve tsunamilerden sonra ötelediğimiz ertelediğimiz sevgilere güzelliklere tekrardan kavuşabilecek miyiz? Neyi kaybettiğimizi hatırlayabilmemiz için, kaybolmuşluklardan kurtulabilecek miyiz? Bu kadar hasar tespitinden sonra tekrardan güzelliğe yürümek, iyiliği ayağa kaldırmak adına başka bir göz, başka bir kulak, başka bir kalb ve başka bir akıl ile görmediğimizi gösterecek, duymadığımızı duyuracak, hissetmediğimizi hissettirecek, akletmediğimizi düşündürecek, umuda yeni bir yol, yeni bir yön bulabilecek miyiz?
Ey şiirlerinin mısralarında teselli aradığım şairim ;
Sevinç ve mutluluklarımızı nerde ve ne zaman kaybettik? Çocukken gözlerimizi yumduğumuzda sahip olduğumuz düşlere ne oldu?
" Burası dünya!
Ne çok kıymetlendirdik.
Oysa bir tarla idi;
Ekip biçip gitmeyecek " miydik...? ( Cahit Zarifoğlu )