Türkiye’de koronavirüs salgını yayıldıkça ve vaka sayısı, ölen vatandaşlarımızın sayısı arttıkça siyaset daha çok ısındı. Siyasi iktidar, salgını toplumsal uzlaşma için fırsat görmek yerine var olan ötekileştirme politikalarını sürdürmeye devam etti.Ama iktidar da MHP’de bunun işe yaramadığını görüyor. Nitekim geçen hafta sonu 31 ilde son dakikada ilan edilen sokağa çıkma yasağının hem sağlık hem de siyasi etkisi büyük oldu.
250 bin kişi o saate kadar alınan tedbirleri hiçe sayarak sokağa, alışverişe çıktı. Bu kargaşadan kendin sorumlu tutan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu istifa etti. İstifası Erdoğan tarafından kabul edilmeyince göreve döndü.
Bundan sonra neler olacağını hep birlikte göreceğiz.
Peki, salgın Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ne boyutta? Bölgede salgınla ilgili neler yaşanıyor, insanlar salgından ekonomik olarak nasıl etkileniyor?
Bütün bu soruları AK Parti eski Batman Milletvekili, şimdi ise Deva Partisi kurucusu Avukat Mehmet Emin Ekmen’e sorduk.
Sıcak konudan başlayalım yani koronavirüs salgınından. Acaba bölgede durum nedir? Yayılma hızı, alınan tedbirler yaşanan ekonomik sıkıntılar konusunda bilgi verme imkânınız olabilir mi?
Tek veri kaynağımız Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlar. Bunun dışında elimizde veri olmadığı gibi, aksini iddia eden bir kişi ve kuruluş da yok. Bu rakamlara göre bölgedeki rakamlar düşük, gerek salgın gerekse de ölüm oranları Türkiye ortalamasının altında seyrediyor gibi.
İlk dönemde hemşehrilerimizin salgını ekranlardan seyredip, bu hali kendileri dışında bir durummuş gibi algılamaları söz konusuydu. Ancak gittikçe artan tedbirler, az da olsa vaka ve ölüm sayılarının artması işin vahametini hissettirdi sanırım. Son bir hafta rakamlar katlanarak artsa da Batman için 100 vakadan bahsediliyor.
Salgının kaynağı net olarak tespit edilememekle birlikte Batman örneğinde ilginç bir durum söz konusu.
Ne gibi?
Gercüş ve Kozluk ilçelerimizde tespit edilen tüm vakaların, İstanbul’dan taşınmış olması. Hatırlarsanız okullar kapatıldığında şehirlerarası otogarlarda yaşanan görüntüler eleştiri konusu olmuştu. Ortaya çıkan tablo, o eleştirilerin haklılığını ortaya koydu. İstanbul’dan Anadolu’ya insan transferi daha erken kısıtlanmalıydı.
Salgın bölgeyi ekonomik olarak nasıl etkiliyor?
İki açıdan etkiliyor. İlki tüm ülke gibi bölge ekonomisinin de durma noktasına gelmesi. Ama bir önemli konu daha var; o da mevsimlik işçilerin durumu.
Biliyorsunuz tarım işçiliği, domates dikimi ile başlar ve fındık hasadı ile biter ki bu yaklaşık yedi-sekiz ay sürer. Bu faaliyetlerin gerçekleşmesinde iş gücü de çoğunlukla bölgemizden karşılanır. Şu ana kadar tarım işçilerinin transferi ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması gibi konularda her hangi bir düzenleme yapılmadı. Bu husus düzenlenmez ve hayata geçirilmez ise gıda tedarik zincirinde de sorun yaşanabilir.
Yine bölgede ekonomik alandaki en ağır etkiyi gündelik çalışan işçiler hissediyor. Gündelik yaşamın durma noktasına gelmesi, mahalle bakkalından sütçüsüne ve tamircisine kadar işgücü ile çalışan küçük işyerlerini de çok etkiledi. Bu kişiler şu ana kadar da her hangi bir destek alabilmiş değiller. Yani açıklanan destekler de iddia edildiği gibi hayata geçirilmiyor. Ya kayıtdışılık veya bürokrasi desteklerin muhataplarına ulaşmasını engelliyor.
Siyasi iktidar virüsle mücadelede nasıl bir sınav veriyor sizce?
Mücadele üç bölümde değerlendirilebilir. İdari, sağlık ve ekonomi tedbirleri. İdari tedbirlerden başlarsak; İtalya, Amerika ve Çin ile uçak seferleri gecikmeli olarak durduruldu. Düşünün New York, salgının merkezine dönüştü ve 15 gün öncesine kadar İstanbul’a uçuşlar devam ediyordu.
Ocak’ta artık bilinen bir salgın varken, umreye gidecekler şubat ve sonrasında gönderilmeye devam etti. Geri dönenlere karantina uygulanmadı. Camilerde toplu ibadetin sonlandırılması da gecikmeyle oldu. Son olarak 31 şehirde uygulanan sokağa çıkma yasağında yaşanan plansızlık ise korkarım ki büyük maliyetler getirecek.
Peki, ekonomik açıdan?
Ekonomik tedbirler hem yetersiz hem de açıklananlar hayata geçirilemiyor. Salgına boş bir kasa ile ve süregelen bir ekonomik krizin içerisinde yakalandık. Bugünler için kullanılması gereken tüm ihtiyat akçeleri ise tüketilmiş idi.
Kabine yetkililerinin de dolaylı olarak teyit ettiği gibi, alınan tedbirlerin hayata geçirilmesinde sorun var. Yapılması gerekenler bir kerede ve çerçeveli olarak yapılmadığından tedbir üzerine tedbir açıklanıyor. Gecikme oldukça da önceki tedbirler anlamsızlaşıyor. Tedbirlerin hiçbir şekilde kapsamadığı kayıt dışı çalışanlar ise ayrı bir mahrumiyet yaşıyor.
Diğer yanda lüks araç ihaleleri, tartışmalı bazı inşaatlara kaynak aktarımı ve Kanal İstanbul ihalesi gibi akla ziyan işlerde de duraksama veya kesinti yok.
Ya sağlık açısından?
Sağlık, göreceli olarak yönetimin iyi olduğu bir alan. Rakamlarla ilgili şüpheler olsa da aksi ispat edilemiyor. Rakamlar daha detaylı ve düzenli olarak açıklanabilir. Bu konudaki şüpheler giderilmeli, bilim kurulu tavsiyelerine aleniyet getirilip, hangisinin neden hayata geçirilmediği kamuoyuna açıklanabilir.
Sağlık çalışanlarının ilave ödemelerinde eşitsizlik olduğu yönünde şikâyetler var bu eşitsizlik giderilmeli. Tüm hastanelerin pandemi kapsamına alınması da sanırım doğru olmadı. Pandemi hastaneleri sınırlandırılıp diğer hastanelerin normale dönmesi sağlanmalı. İnsanlar korona korkusu ile hastanelere gidemiyor, bunun ileride yol açacağı muhtemel sorunlar da düşünülmeli.
Bir bütün olarak ta tedbirlerin alınması ve uygulanmasında ortak akıl esas olmalı. Başta meslek örgütleri ve siyasi partiler olmak üzere her kesim sürece dâhil edilmeli. Bu konuda ciddi bir eksiklik var.
Nasıl giderilebilir bu eksiklikler?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu salgının getirdiği zorluklar dayanışma ile aşılabilir.
Dayanışma ve yardımlaşma kanallarının yasaklanması değil artırılması ve güçlendirilmesi gerekir. Devletin yapacağı şey bunları yasaklamak değil, desteklemek, denetlemek ve koordine etmektir. Dolayısı ile hem ihtiyaç hem de moral olarak yasaklama değil dayanışma ve koordine zamanıdır.
İçişleri Bakanlığı’nın muhalefet partili belediyelerin kampanyalarına yasak getirmesi, Yardım Toplama Kanunu açısından doğru gözükebilir ama diğer yanda Belediyeler ve Büyükşehirler Yasası var ve bu iki yasa da özel yasa oldukları için uygulamada öncelikli yasa olarak kabul edilirler. Belediyelerin bağış kabul etme yetkilerinin varlığı, buna dair kampanya ve benzeri koordine yetkisini de içerir.
Bir an için bakanlık haklı olsa bile, yapılması gereken yasaklama, hesaplara el koyma değil, eksikliklerin tamamlanması için ilgili belediyelerin dikkatini çekmek olmalıdır.
Yerel yönetimler devlet içinde devlet değil, devletin bir parçasıdır. Çağdaş devletler yerel yönetimlerinin güçlülüğü ile övünürler. Yasayla yetkileri belirlenmiş, merkezi hükümetin denetimi altında çalışan belediyelerin adeta paralel yapılar olduğu iddiası kabul edilemez.
Siz AK Parti’de siyaset yaptınız sonra ara verdiniz. Neden ayrıldınız neden DEVA Partisi’yle siyasete dönüş yaptınız?
Biliyorsunuz 7 Haziran 2015 seçimlerinde Batman’dan 2. sırada adaydım ve adaylıktan istifa ettim.
Seçilemeyeceğiniz için mi?
Değil. Birçok göstergeye göre seçilebilir bir sıra idi. İstifam ise bireysel bir yer beğenmeme kaprisi değildi.
Neydi?
2015 seçiminde bölge listelerinde yapılan genel tercihler, listeye konan adaylar bugünün habercisi idi. Kürt meselesine duyarlı, demokrat arkadaşların hiçbiri seçilebilir yerde değildi ve büyükşehirlerde Kürt temsiliyeti hiç yoktu. Devamında kampanyanın dili ve genel söylemi de, aday tercihinin bir politik dönüşüme işaret ettiğini gösterdi.
Bu arada ne yaptınız?
Sonrasında hiçbir seçimde de aday adaylığı başvurum olmadı, kampanyalara katılmadım. Uzunca bir süre önce de AK Parti’den resmen istifa ettim. Bu dönemde sanat ve akademi ile ilgilendim. Doktora programına döndüm. 2015 Nisanı’ndan bu yana dünyada çatışma çözümü deneyimleri üzerine yoğunlaşma imkânım olmuştu. Yıllar sonra geri döndüğüm doktora eğitiminde de bu konu üzerine tez yazıyorum.
Neden yeniden siyaset?
2015 yılından beri, yeni bir parti ihtiyacını hep savundum. AK Parti, dönüşü olmayan bir yola girdi. Diğer partiler de bana ve toplumun geniş bir kesimine hitap etmiyordu. Mart ayı araştırmalarında tespit edilen kararsız seçmen oranının yüzde 32-38 aralığında olması da, bu tezimi destekliyor sanırım.
Ben kuruluşundan bu yana AK Parti içinde idim. Etyen Mahçupyan’ın harika benzetmesi ile AK Parti “pilotu tarafından kaçırılan bir uçağa” dönüşmüştü, süreci engelleyemeyen bizim gibi insanlardan gelecek bir itirazın, tarihi bir sorumluluk olduğu inancında oldum. Bunu hep savundum ve imkân olunca da siyasete döndüm.
Neden Deva Partisi?
Deva Partisi, kadın ve genç odaklı, her kesimden vicdanlı insanların, birbirlerini olduğu gibi kabul ederek, çocuklarımızın Türkiye’si için çalışmak üzere bir araya geldiği bir kadro ile ortaya çıktı. Türk siyasi tarihinde görülmemiş bir katılımcılık ile yaklaşık altı ayda yazılan ve oldukça cesur ve demokrat bir o kadar da gerçekçi bir programı var. İçinde olduğum için huzurluyum, doğru şeyler yapılıyor ve ben de bir parçasıyım, partimizin başarılı olacağına da inanıyorum.
Sayın Babacan’a ve partiye ilgi nasıl bölgede?
Partimize en yüksek ilginin bölgemizde olduğunu söyleyebilirim. Bu ilgide, hem bölgedeki yüksek politik bilinç etkili hem de bölge özelindeki siyasi tıkanmışlığın da etkisi var.
HDP siyaseten dışlanıyor, belediyelere kayyum atanıyor. Deva Partisi olarak gerek Kürt sorunu gerekse HDP'ye yönelik tutum ve HDP'nin tutumunu değerlendirebilir misiniz?
Kürt sorunu gibi tüm kimlik meselelerinin farkındayız, bunları kabul ediyoruz ve çözümler öneriyoruz. Programımızda Alevilerin cemevi talebinden, kadim vakıfların seçim sorununa kadar her alanda önermeler bulabilirsiniz.
Ama şuna da inanıyoruz; herkesin sorununu çözmedikçe, bir kesimin sorununu çözemezsiniz. Adil, özgür, demokratik bir Türkiye’de herkes için eşit ve onurlu bir yaşam öneriyoruz. Gettoların güçlendirilmesini değil herkesin bir aradalığını savunuyoruz. Kürt meselesine gelince, anayasal vatandaşlık, anadilin eğitimi, yaşatılması ve kullanımı ve yerinden yönetimin üç öncelikli talep olduğunu biliyor ve kabul ediyoruz. Ama şunun da farkındayız ki; denetim mekanizmaları güçlü, yargısı bağımsız ve adil olmayan bir ülkede bu hakları tanımanız bir anlam ifade etmez.
Önceliğimiz normalleşmiş bir Türkiye’de farklı kesimlerin haklarının pazarlıksız bir şekilde tek taraflı bir tanıma ile hayata geçirilmesi ve garanti altına alınmasıdır.
Peki, HDP’ye bakışınız?
HDP’nin yasal ve meşru bir parti olduğuna inanıyoruz. HDP’yi birçok açıdan eleştirebiliriz ki, siyasetin gereği budur. Ancak HDP’nin izole edilmesi ve şeytanlaştırılmasını doğru bulmuyoruz. HDP’ye saygı aynı zamanda bu partiye oy veren milyonlarca seçmene saygıdır. Kayyım atamalarını ise kesinlikle doğru bulmuyoruz. Parti programımızda da özenle vurguladığımız gibi, kesinleşmiş bir yargı kararı olmaksızın kayyım atanması, kayyım atanmasının hukuken zorunlu olduğu hallerde belediye meclislerinin kendi içinden seçim yapma hakkının çiğnenmesi kabul edilemez.
Son olarak Türkiye siyaseti nasıl normalleşebilir bu koşullarda?
Zor bir soru, siyasi dengeler değişip iktidar el değiştirmedikçe normalleşme beklenemez. İlk seçimlere kadar çalışmak ve toplumun taleplerini görünür kılmak gerekir sanırım.