?>

ZELZELE NE SÖYLEDİ BİZLERE?

MEHMET BAŞARAN

2 yıl önce

ZELZELE NE SÖYLEDİ BİZLERE?

6 Şubat pazartesi sabahı saat 04:17 ile başlayan gündüzünde de devam eden depremler memleketin güneyindeki on il ve onlarca ilçede büyük yıkımlara yol açarken tahribatın boyutu küçük bir kıyamet sahnesini andırıyordu.

Afetin geniş bir alanda vuku bulması, yolların hava limanlarının hasar görmesi, depremin birinci gününde ikinci depremin yaşanması eksiklik aksaklıkları da beraberinde getirmiş olaylara yerinde ve zamanında müdahaleyi geciktirmiş olsa da resmi kurumlardan sivil toplum kuruluşlarına derneklerden vakıflara sporcusundan sanatçısına yediden yetmişe yardım eden yardım toplayan gönüllü olarak o bölgelere koşan, büyük bir dayanışma ruhu ile günlerce uykusuz kalan genci yaşlısı, kimi üzerindeki montu kimi oyuncağı, kimi kumbarasındaki parası kimisi de duası ile o insanların acısına ortak olmaya çalıştı.

Herkes elinden gelenin fazlasına yeltendi ancak afetin şiddeti acıların derinliği karşısında ne gönderilen yardımlar ne de kaldırılacak enkazlar parçalanmış yürekleri onarmaya, çaresiz feryatları teskin ve teselli etmeye yetmeyecektir.

Yaralılar tedavi edilecek, yıkılan binalar yapılacak ve diğer sorunlar artısı eksisi ile çözülmeye çalışılacaksa da giden canlar geri gelmeyecek hayatta kalanlar için de bundan sonraki yaşam çok ama çok zor olacaktır. Birçok çocuk anne babasız, birçok anne baba da evlatsız kaldı.

Bir taraftan cebindeki bisküvisini çocuklarına ulaştıramayan diğer taraftan enkaz altındaki kızının elini bırakamayan acılı babalar, gözleri tozlara bulanmış bakışları donmuş masum çocuklar. Her köşede ayrı bir hikaye her köşede ayrı bir acı ve her köşede enkazlara gömülen hayaller geleceğe dair umutlar.

Bu acıyı tarif etmek söylemek yazmak o kadar zor ki sözcükler anlatmaya kifayetsiz, yara büyük, dert tarifsizdir. Yemek içmek uyumak hiç bu kadar acı gelmemiş, döşekler hiç bu kadar bizi rahatsız etmemişti. Çocuklarımızı sevmek onlarla sofraya oturmak hiç bu kadar ağır gelmemişti bizlere. Tefekkürlere dalıyor anlamaya çalışıyoruz olup bitenleri ancak ateş düştüğü yeri yakıyor, anlamaya empati yapmaya duyularımız yetersiz, hissiyatlarımız pasif kalıyor.

Ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik konum gereği üç cepheden fay hatlarıyla döşenmiş bir coğrafyaya yayıldığımız aşikar. Bu yönüyle coğrafyanın  kader olduğuna inanıyoruz ancak depreme rağmen yaşamı olağan hale getiren coğrafyalar var. Bunu bilinçli bir eğitim, tutarlı bir sistemle yaptıklarını da biliyoruz.

Binaenaleyh parası ve sermayesi olan herkesin müteahhitlik yapabildiği bir memlekette mukadderat diye beyan ettiğimiz, elimizle inşa ettiğimiz insani eksikliklerimiz, küçük hesaplara maddi çıkarlara kurban ettiğimiz tedbirsizliklerimizdir.

Dolayısıyla ülkemizde yıllardan beri süregelen hayati önem arz eden ve bir türlü çözülemeyen bir sorun olarak duran imar, yapı denetim, inşaat ve mühendislik alanındaki eksik ve noksanlıklar ayrıca ve hâsseten konuşulmalı tartışılmalıdır. Hayati riskler görülmeli gerekli tedbir ve önlemler alınmalıdır. Bütün bunlarla beraber bir de unutulmamalıdır ki "Kaderin üstünde de bir kader, göklerden de gelen bir karar vardır.” Allah’ın izni olmadan bir yaprak dalından düşmüyorsa meydana gelen bu afet de Allah’ın ilmi ve izni ile olmuştur.

Nasıl ki ağaç bir sebep meyve netice o meyveyi yaratan Allah ise, nasıl ki bulutlar bir sebep yağmur netice o yağmuru yağdıran Allah ise, fay hattı da bir sebep deprem netice ve bu depremi de meydana getiren Allah'tır. Anlayıp idrak edebilirsek çok da mesajlarla doludur.

Evet bir deprem oluyor dağlar ve yer yerinden oynuyor, bütün alışılmış ve kabullenilmiş dünya düzenini, bilimsel araştırmaları, istatistiki veri ve tahminleri yerle yeksan ediyor. Ağır tonajlı vasıtalar basket topu gibi zıplıyor, koca koca binalar saniyeler içinde toz duman oluyor. İnsanlar korku ve panik içinde koşuyor bağırıyor feryad ediyor. Enkazdan insan kurtarma çalışmaları devam ettikçe musibetin içindeki hikmetler de görünmeye başlıyor. Mesela, annesinin kucağında bile olsa bir gün emzirilmeden duramayacak bebekler 1 hafta boyunca enkazın altında soğuk betonlarda yemeden içmeden kalabildiler. Doktorlar şaşkın çünkü tıpta izah edilemeyecek hadiseler var ortada.

Herşeyden evvel ilahi bir mesaj var burada yüce Allah, yaratan ve yaşatan benim diyor. Her ne kadar uyanmanız anlamanız için üzerinize bir musibet yağdırmış olsam da bu musibette amaç çocukların zarar görmesi değildir, yağdırdığım musibette bile şefkat ve merhamet var diyor.

Ashab-ı Kehf’i bir mağarada 300 yıl nasıl koruduysam bu masum çocukları da beton yığınlarının arasında günlerce koruyacak olan benim diyor.

Yine yüce Allah size vakti veren benim, her şeye vakit ve nakit ayırırken bana ayıracak hiç vaktiniz yoksa bir gece vakti vaktinizi de nakdinizi de sizden alabilirim diyor.

Ey maddeyi kutsayan insan! Sahip olduğun mal mülk ev araban, mevki ve makamın sana verilen bir emanettir. Asıl mülk sahibi benim sana nasıl lütufta bulunmuşsam istediğim an ve zamanda yine senden alabilirim, mülk sahibini unutur da maliki olduğunu zannettiğin gayrimenkullerine güvenirsen zor durumda bıraktığın kiracınla seni aynı ateşin başında buluşturabilirim diyor.

Ey insan!

Toprak altındaki fay hattı kırılmadan sen doğrul, işinde ehil ve mahir ol, aldatmaktan hile yapmaktan vazgeç de sonra bana tevekkül et diyor.

O halde şunu anlamalı ve bilmeliyiz ki deprem sadece çürük binalardan değil çürük insanlardan, kalpleri günahın küfrün ve şirkin içinde çürütmenin de bir neticesidir. Kırılan çatlayan sadece toprağın altındaki fay hattı değil, damarlarımızdaki ar hattıdır.

Kavimleri helak eden içki, kumar, faiz, fuhuş, zina, ırkçılık eşcinsellik bütün günahların resmileştiği kurumsallaştığı, vergiye tabi olduğu, reklamının yapıldığı başka bir asır ve çağ var mıdır?

Namazın kötülüklerden alıkoymadığı, tesettürün örtmediği, ilmin istikamet vermediği, nasihatin tesir etmediği, ölümün ibret olmadığı, helalin tercih edilmediği, haramın reyting yaptığı ve zulmün bu denli yayıldığı, insanın insana karşı bu kadar acımasız olduğu başka bir dönem ve zaman var mıdır?

Deprem bizlere şu dünya hayatının bir imtihan olduğunu ve bu hayatın ne kadar kısa olduğunu da hatırlattı.

Küsme ve darılmanın ne kadar anlamsız olduğunu, beraber oturulan sıcak bir muhabbetin, bir çocuğun başını okşamanın, sevginin saygının insanlığın dünyanın malından mülkünden ne kadar da çok değerli olduğunu hatırlattı.

Anne, baba, eş, evlat, dost, ev, araba, eşya...

Hepsini bir anda kaybedebileceğimizi kulaklarımıza fısıldadı ve aslında evlerimizin çok küçük olmadığını, yuvalarımızın çok soğuk olmadığını, yattığımız yatağın, üstümüzdeki yorganın markasının çok da önemli olmadığını, konforuna çok önem verdiğimiz evlerin belki de bir gün mezarımız olabileceğini, üstümüzdeki montun, ayağımızdaki botun yağmurdan yaştan korumasının yeterli olduğunu, sıcak bir çayın, çorbanın, taze ekmeğin nasıl da güzel bir ikram olduğunu, kalbini kırdığımız bir insanın gönlünü almaya vaktimizin olamayacağını, kaçırdığımız bir trenin, arkasından telaş yapmanın ne kadar gereksiz olduğunu, nerede nasıl yattığımızın değil, nerede ne halde ve nasıl uyanacağımızın önemli olduğunu, emanet olan hayatımızı canımızı ne zaman nerede teslim edeceğimizin belli olmadığını da hatırlattı.

 Hatırladıkça yanlışlardan dönmeyi,  zayıflığımızın aczimizin farkına varmayı, gerçek güç ve kudret sahibi olan Allaha yönelme ona sığınma duasıyla...

YAZARIN DİĞER YAZILARI