Türk aile yapısında aileler çocuklarını büyütüp, okutup, evlendirip onunda çoluk çocuk sahibi olması ile devam eden süreçte, hep vatana millete hayırlı evlat olur inşallah, denilir.
Hata gelin ve damada evlilik cüzdanları verildiğinde de hep vatana millete hayırlı evlatlar yetiştirme dileği ifade edilir.
Vatana millete hayırlı evlat demek, diline kültürüne geleneklerine bağlı çalışkan işini iyi ve dürüst yapan ve bununla birlikte diğer vatani ve toplumsal görevlerini layıkı ile yerine getirebilen bireyler o toplum gözünde hayırlı evlatlar vatana milletini seven insanlar olarak ifade edilirler.
Bu son seçimlerde Türkiye’mizin hayırlı evlatları Cumhuriyet tarihinin en milliyetçi ve muhafazakâr diye ifade edilen meclisin oluşumuna onay vermişlerdir.
Türkiye toplumunda kendisini Türk milliyetçisiyim diye tarif edilen kitlenin oranının %80 den aşağı olduğunu düşünmüyorum. Yani, Türk toplumu kendisini büyük çoğunluk olarak milliyetçi ve muhafazakâr olarak tarif etmektedir.
Özellikle son anayasa ile Cumhurbaşkanlığı sisteminde Türkiye’nin iki kutup haline gelmesi ve %51 i aşanın ipleri elinde tutacağı bir sistemde, Türkiye gibi halkının büyük çoğunluğunun milliyetçi muhafazakar olduğuna inanılan bir yerde bu oranın yüksek çıkması ve milliyetçilik damarının kabartılması taraflar açısından yerinde olmuştur.
Aslında milliyetçilik dalgası nerede ise tüm dünyada artmaya başlamıştır. Örneğin Avrupa’da ki milliyetçilik akımının ana ilkesi göçmen politikası ve bunlara sağlanan ekonomik desteklere olan itiraz üzerinedir.
Türkiye deki milliyetçiliğin ana kaynağı ise, hem Kemalist Atatürkçü kesimler hem de muhafazakâr İslamcı kesimler açısından ise, Türkiye’nin bölünme korkusu, dış güçler diye tabir edilen belirsiz bir düşman, ya da ABD-İSRAİL ve AVRUPA karşıtlığı üzerinden Türkiye’nin bağımsız dış politikasının olması, ABD karşıtı ve ABD den bağımsız hareket etmesi gerekliliğine olan inanç ve İSRAİL karşıtlığı üzerinden İslamcı muhafazakâr fikriyat ile maneviyatı mayalandırılmış milliyetçilik şeklinde olduğu görülebilir.
Mesela Türkiye ye en büyük düşman kim diye bir anket yapılsa, eminim ki toplumun nerede ise %75 den fazlası ABD –İSRAİL ve AVRUPA diyecektir.
Bunlar ülkemizi bölmek isteyen dış güçlerdir. Oysaki Türkiye NATO ittifakı ile bu dış güçlerin doğal müttefiki, hem de en büyük ticaret ortağıdır.
Tüm bunlardan ayrı olarak kendisine milliyetçiyim diyen insanların büyük çoğunlukta olduğu bir ülkede ise başta ekonomik göstergeler-kültürel yozlaşma-boşanma-uyuşturucu-hapishane sayısındaki artışlar vb. gibi faktörlerdeki gelişmeler nasıl izah edilebilir?
Milliyetçi bir toplumun içinden çıkan bunca yönetici ve idarecinin olduğu bir düzende, şimdiye kadarki gelmiş geçmiş tüm siyasi iktidarlar ile birlikte ele aldığımızda, örneğin dünya ile kıyas edildiğinde ekonomik göstergeler anlamında neden bir türlü başarı elde edilememektedir? Ülkemiz uluslararası kuruluşların açıkladığı sefalet endeksinde ilk 10’dadır.
Politika faizinde dünyada ilk 7 dedir.
Dünya yolsuzluk endeksi sıralamasında ilk 2 dedir. Yüksek enflasyon sıralamasında ilk 8 dedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Yâda bu kadar milliyetçi bir toplum, son yıllarda ülkeye gelen milyonlarca zımbalak gibi genç kaçak göçmene neden ses çıkarmamaktadır?
İslamcı muhafazakar kitle anlamında ise ülkede hapishane sayısındaki artışlar-aile yapısı boşanma olaylarındaki %700’lerden fazla artış, uyuşturucu, alkoldeki artışlar nasıl ifade edilebilir?
Gerçekten de tüm samimiyetimle söylüyorum ki, bu tezatı izah edebilecek sosyolog veya psikolog daha dünyaya gelmemiştir.
Yalnız bir başka konuya da değinmeden de bitirmek istemiyorum. Son seçimde eğer yeşil sol partinin Kürtleri temsil ettiği düşüncesi ile ifade edecek olursak, ki ben öyle olduğuna inanmıyorum, Kürt toplumunda milliyetçilik azalmıştır.
Şahsen HDP veya Yeşil Sol Partinin Kürt ve Kürtçe ile ilgili hiçbir dertlerinin olmadığını, tamamı ile çiçek-kadın-ekoloji-sosyalizm vb. gibi ideolojiye adanmış olduklarını görüyoruz.
Her seçimde Sol ittifaklar adı altında geniş bir Kürt ailenin oyları kadar oyları olmayan sol partiler ile ittifaklar kurmaları aslında yöneticilerin toplumdan ne kadar kopuk olduklarını göstermektedir. Yönetimi ile kendisine oy veren kitle anlamında HDP geleneğinden gelen partiler kadar bir tutarsızlık yoktur.
Soru; HDP veya yeşil sol’a oy veren Kürtlerin tek derdi Türkiye’ye kadın hakları-ekolojik düzen ve sol ve sosyalizmi getirmek midir?
Yâda Türkiye demokrasisi için hapislere girmek midir?
Son olarak bizler bir ülkedeki her bir fert olarak hep birlikte başta hak-hukuk adalet temelinde kardeşçe birbirine saygılı bireyler olarak yaşayıp, her kim hangi işi yapıyor ise işini layıkı ile yapıp, üretmek ve yine üreterek başta ekonomimizi güçlendirip diğer sosyal yaralarımıza acilen ilaç olabilmeliyiz.
Yoksa bizi, değil bir Mehmet Şimşek, 50 tane Mehmet Şimşek kurtaramaz…