Bir ülkenin üniversitelerinin sistemsel sorunları, o ülkenin eğitim, ekonomi ve toplumsal yapısı üzerinde derin etkiler bırakmaktadır.
Her şehre bir üniversite açma politikası, eğitimde yaygınlık sağlama hedefiyle ortaya çıkmış olsa da, bu süreçte kalite göz ardı edilmiştir.
Birçok üniversite, yeterli akademik kadroya sahip olmadan açılmış, laboratuvar ve kütüphane gibi temel altyapı eksiklikleriyle faaliyete başlamıştır. Bu da üniversitelerde bilimsel üretkenliğin ve araştırma kapasitesinin düşük olmasına sebep olmuştur.
Üniversiteler sadece beton binalardan ibaret olup, asıl görevleri olan bilgi üretimi ve topluma katkı sağlama misyonlarını yerine getirememektedirler.
Bir nevi işsiz gençleri kısa süreliğine rehabilite merkezine dönüşmüşlerdir.
Üniversitelerde akademik kadroların torpil ve siyasi bağlantılarla doldurulması, liyakatsiz kişilerin öğretim görevlisi olarak atanmasına neden olmaktadır. Bu da eğitim kalitesini ciddi şekilde etkilemektedir.
Özellikle akademik personelin yetkinliklerine göre değil, bağlantılarına göre atanması, üniversiteleri adeta ‘aile şirketi’ yapısına dönüştürmüş, bilimsel üretim yerine kişisel çıkarların ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bu durum, üniversitelerde bilimsel gelişmelerin önünü tıkamakta ve öğrencilere nitelikli bir eğitim sunulamamasına yol açmıştır.
Piyasada karşılığı olmayan veya mezunlarının iş bulma şansı çok düşük olan gereksiz bölümler açılmakta, bu da kaynak israfına yol açmaktadır. Bu bölümlerin açılması, öğrencilere gerçekçi bir kariyer yolu çizmek yerine onları belirsiz bir geleceğe itmekte, mezuniyet sonrası işsiz kalmalarına neden olmaktadır.
Üniversiteler, bilimsel özgürlüğün ve akademik tarafsızlığın olması gereken yerlerdir. Ancak, Türkiye’de birçok üniversite politik görüşlerin ve ideolojik kamplaşmaların etkisi altında kalmaktadır.
Bu durum, hem akademik çalışmalarda tarafsızlığı zedelemekte hem de öğrenci ve akademisyenlerin baskı altında kalmasına yol açmaktadır.
Akademik özgürlüğün kısıtlanması, bilimin gelişmesini engellemekte ve üniversitelerin asıl işlevlerini yerine getiremeyen bir yapıya dönüşmesine neden olmuştur.
Üniversite eğitimi, birçok gencin hayata atılma sürecini geciktirmekte ve onların gerçek bir meslek öğrenme sürecini aksatmaktadır.
Özellikle 4 yıllık üniversite eğitimleri boyunca mesleki bilgi ve beceri kazanamayan gençler, mezun olduktan sonra işsizlikle karşı karşıya kalmaktadır.
Sanayi, tarım ve inşaat gibi sektörlerde çalışacak genç nüfusun azalması, Türkiye’nin üretim gücünü zayıflatmakta ve bu sektörlerde iş gücü açığı oluşmasına neden olmaktadır.
Ayrıca, üniversite mezunlarının işsiz kalması ve üretime katılamamaları, ekonomik kaynakların verimsiz kullanılmasına yol açmaktadır.
Son yıllarda Türkiye’de vakıf üniversitelerinin sayısının artması ve yabancı öğrencilere büyük avantajlar sağlanması, eğitim sisteminde adaletsizliğe yol açmaktadır.
Vakıf üniversiteleri, yükseköğrenim maliyetleri ve sağladıkları sınırlı burs imkânlarıyla sadece belirli bir kesime hitap ederken, yabancı öğrencilere tanınan ayrıcalıklar yerli öğrencilere yönelik haksızlıklar doğurmakta ve toplumda eşitsizlik algısı yaratmaktadır.
Türkiye’deki üniversitelerin mevcut durumu, eğitim kalitesinin düşüklüğünden kaynaklanan birçok soruna yol açmaktadır. Bilimsel üretimin yetersiz olması, gençlerin işsiz kalması, ekonominin üretim gücünün azalması gibi temel sorunlar, üniversite sisteminde köklü reformların gerektiğini göstermektedir.
Eğitim kalitesinin artırılması, üniversitelerin politik etkilerden arındırılması ve gençlerin üretime dâhil edilmesi, Türkiye’nin hem akademik hem de ekonomik açıdan daha ileriye gitmesi için elzemdir.
SİZCE OLABİLİR Mİ?