Çocukluk yıllarımızın bayram günlerinde eğlence ve macera olsun diye yüksek sesli patlayıcılar olan torpillerle epey haşir neşirdik. Çocukluk aklımızla bazan sokak aralarına atar kaçar, bazan da fitili kısa olan torpilleri elimizde patlatır kendimizi yaralardık. Yaş merdiveninden yukarı tırmandıkça hayatın acı gerçekleriyle yüzleştikçe yaşamın sadece bayram ve baharlardan ibaret olmadığını görüyor, torpil dediğimiz patlayıcının başka bir anlam ve manada tezahür ettiğini de öğreniyorduk.
Bir hakkı, görevi ya da herhangi bir şeyi hak etmeyene vermek için baskı yapmak aracı olmak haksız olarak kayırma, başkalarının hakkını ve yasaları, kuralları çiğneyerek birine arka çıkma diye adlandırdığımız torpil diğer adıyla iltimas, meğerse toplumu içten içe kemiren yiyip bitiren bir çıbanmış.
Yıllarca emek verip tahsil yapıp, muhtelif imtihanlara tabi tutulan gençlerimizin hak etseler bile sözlü mülakatlarca engellendiği, birilerinin kendi çıkarlarını maksimuma yükseltmek için bir başkasının hakkını gasp ettiği, hiçbir imtihana tabi tutmaksızın, tamamen ahbap ilişkisi içinde ehil olmayanlara görevler verip, yüz binlerce mazlumun bedduasına ve tel’inine muhatab olduğu felaketin başka bir adıdır torpil...
Torpil, öznel ve adil olmayan yöntemle yapılan çok tehlikeli bir ayrımcılıktır. Doğruluk ve dürüstlüğü bitirdiği gibi yardımseverliğin horlanmasına insanların karaktersizleşmesine kişilik yapılarının bozulmasına manevi değerlerin hızla dejenere olmasına kadar birçok ahlâki değerin yok olmasıyla beraber, toplumsal ve sosyal barışın bozulmasına, dini değerlerin erozyona uğramasına ve büyük bir kültür yozlaşmasına da sebeptir. Torpil içi boş olan bir tüpün başkalarının gazı ile doldurulup alttan ateşlenmesiyle havalanan bir düzenektir. Her ne kadar yükseklere çıkmışsa da havada kalış süresi bellidir mutlaka yere düşecektir. Başkasının güdümünde hareket edip yükseklere uçanların alçağa düşmesi de kaçınılmazdır. Bu düşüşleri her ne kadar sadece kendilerini ilgilendiren bir durum gibi görünse de çoğu zaman başka ocaklar da söndürür.
İşe girme, görevde yükselme gibi durumlarda bir kimsenin beceri, kabiliyet veya eğitim düzeyine bakılmaksızın, hak edenin değil, dayısı kuvvetli olanın istihdam edildiği bir zeminde sistem ne yazık ki kifayetsiz muhterisleri doğuracaktır. Bulunduğu pozisyona başkasının hakkını yiyerek gelmeyi kendine hak olarak gören birisi, ülkesine ve vatandaşına hizmet etmek, faydalı olmak yerine; bütün güç ve enerjisini borçlu olduğu, minnet duyduğu şahıs veya şahısların memnuniyetine harcayacaktır. Hiçbir işe yaramayan, çalışmadan üretmeden tüketen, tribünlere oynamaktan nemalanan, insanları birbirine düşüren, ahbap çavuş ilişkileri ile kraldan çok kralcılık yapan bu takımların maliyeti hem devlete hem de topluma oldukça büyük bir yüktür. Masumane duygularla yapılan toplumunun karakteristik özelliği hayat felsefesi haline gelmiş olan torpili, çoğu insanın artık büyük bir hak çiğneme değil de masum bir hak arayışı gibi içselleştirmiş olması çok vahim bir durumdur. Devletin belli mevki ve makamlarını işgal etmiş, devletin imkan ve kaynaklarını ülkeye ve vatandaşa hizmet etme gayesinden saptırmış, şahsi çıkarlarını maksimize etme gayreti içinde olanlar vatandaşın bağrında kapanmayacak unutulmayacak yaralar açıyor, Milletin devlete olan güvenini azaltıyor, Devlet ile millet arasında görülmeyen bir duvarın örülmesine de sebep oluyorlar. Kimi parti, kimi cemaati ile kimisi aşiret kimisi tarikatı ile torpil peşinde. İşlere uygun adamlar değil, adamlara göre işlerin arandığı bir memlekete döndük. Elin Gâvuru Fenni bilimi ile dünyaya hükmederken bizler hâlâ "devletin imkan ve olanaklarını kendimiz ve ailemiz için nasıl kullanabiliriz" onun derdine düştük. Üstelik bu durum en hassas olan kurumlar diyanet ve müftülüklere kadar sıçramış. Kayırma ile mihrap kapan imam minbere çıkar haktan hukuktan bahseder, Kamudaki memur vatandaşı değil amirini, Okulda öğretmen öğrencisini değil müdürünü razı eder. Yanlışlar caddesinde öyle yol yürünmüş ki kabahat ve yanlışları bile hüner zanneder. İlim ehliyet ve liyakatin bir elbise kadar değeri kalmamış. İki tane koyunun emanet edilemeyeceği adamlara baş köşelerde mevki ve makamlar emanet edilmiş durumda. Bir evde nasıl ki bozuk bir musluk damla damla akıp bütün canlıların hayat kaynağında büyük bir israfa sebep oluyorsa işe ehil olmayan hak etmeyenlere görevlerin verilmesi de milli servete büyük bir ihanettir. Layık olanları mahrum etmek, layık olmayanları da göreve getirmek büyük bir haksızlık ve büyük bir zulümdür. Öyle bir zulümdür ki bu işlerden uzak durmanın karakterli ve kişilikli olmanın toplumda çok ağır bedelleri vardır. Her şey öyle normalleştirildi ki torpil aramayanın toplum tarafından dışlandığı aptal olarak nitelendirildiği beceriksiz ve işe yaramaz ithamlarına maruz kaldığı bir zamana geldik. Düşünün ki onca yıl okul okuyor, bilgi beceri ve deneyimleriniz tamam ancak birilerinin dayısını geçemiyorsunuz. Onca yıllık emeğiniz bir tarafta dursun her akraba dost ziyaretinizde "DAHA ATANAMADIN MI? " "ÇALIŞMAYA BAŞLAMADIN MI?" sorularına muhatap oluyor ve üzülerek başınızı önünüze eğiyorsunuz. Empati duyularımız açıksa olayın ne kadar vahim bir durum olduğunu anlayabiliriz. Bu hadiseleri yaşayanlar için süreci atlatmak adına çok sağlam bir kişiliğe ve çok sağlam bir psikolojik desteğe de ihtiyaç olduğunu görebiliyoruz. Özellikle gençlerimiz üzerinde olumsuz etkileri daha çok beliren üzen psikolojik travmalara yol açan bu düzende her şeye rağmen başkasının hakkını yemekten korkanlara, bunca sosyal baskıya rağmen torpil mekanizmasının çarkları arasında ezilmeden dik durabilenlere gıpta etmek gerekir.
Herkes memleketin halinden, ekonomik krizlerden feryad u figan ederken kimse ahlâk ve vicdan krizinden bahsetmiyor. Oysa bugün her şeyden evvel kâr zarar ikileminde yitirdiğimiz "SAMİMİYET" sorunumuz var. Para emtia hane ve mülk sıkıntısından ziyade "İNSAN" ve "ADAM" kıtlığı var. İflasını göremeyen müflis sorunu var. Riya gösteriş ve fırlamalığın prim yaptığı bir dünyada sakatlanan bir asaletimiz var.
Bu kadar "VAR"ın içinde hâlâ "YOK"u yaşıyorsak bizde görünüp bize ait olmayan bir şeyler var. Elde ettiklerimiz bizi daha çok huzursuzluklara ve mutsuzluklara götürüyorsa kazandıklarımızın içinde belki de gözlerimiz ile göremediğimiz yetim yetâmâ'nın hakkı hukuku var. Ancak her şeyden önemli ve mühim olanı "Boynuzsuz Koyunun, Boynuzlu Koyundan Hakkını Alacağı bir Gün var"(Hadisi Şerif) Bu dünyada sığınacak bir dayıları olmamışsa da o gün mazlumun hakkını hesabını soracak hüküm sahibi bir Allah var.
Gelecek olan o günün özlemi ile iyi ki hesap günü var, iyi ki mizan var, iyi ki hiçbir hakkın ve haksızlığın zayi olmadığı mahşer günü var...