Türkiye’deki tüm siyasi partiler bir ‘dava’ uğruna kurulduklarını iddia ederler.
Siyasi partilerin ‘dava’ söylemi, genellikle ideolojik veya politik hedeflerini ifade eder. Bu dava, her partinin kendi öncelikleri doğrultusunda şekillenir. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ve farklı sosyo-ekonomik sorunlarla mücadele eden bir ülkede bu ‘dava’ söylemi ülke çıkarlarıyla ne kadar örtüştüğü sorusu önemli bir tartışma konusudur bence.
Siyasi partiler, genellikle belirli bir ideolojik tabana dayansa da, zaman içinde bu ideolojik söyleme çok aykırı davrandıklarını söyleyebiliriz. Farklı ideolojik yapılar (muhafazakâr, milliyetçi, sosyal demokrat vs.) zaman zaman ortak hedefler doğrultusunda ittifak kurdular. Bunun en son örneği, 2023 seçimlerinde Cumhur ve Millet ittifakı olmuştur.
Türkiye'nin son 70 yılına bakıldığında, çeşitli askeri müdahaleler, darbeler ve hızlı siyasal değişimlerle karşılaşıyoruz. Ülkede hep milliyetçi ve muhafazakâr söylemler baskın olmuştur. Ancak milliyetçi olan halkımız ve bu halkın yönetici ve idarecileri adalet, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ülkeyi istenilen seviyelere ulaştıramamışlardır.
Siyasilerin ‘dava’ iddialarının halk nezdinde sorgulanması gerekirken maalesef davanın ne olduğu halk tarafınca hiçbir zaman sorgulanmadığı görülmektedir. Bu tüm parti seçmenleri için geçerlidir bence. Çünkü partilerin kuruluş amaç ve tüzüklerine bakıldığında günümüzde izledikleri yol kuruluş amaçlarından çok uzak olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle son yıllarda yaşanan ekonomik krizler, adalet sistemine olan güvensizlik, yüksek enflasyon, mülteci sorunu ve güvenlik tehditleri, siyasi partilerin topluma vaat ettikleri hedeflerden uzak olduklarını söylenebilir. Türkiye'nin farklı dönemlerinde izlenen dış ve iç politikaların uzun vadede ülkedeki ekonomik ve sosyal istikrarı nasıl etkilediği de ortadadır.
Son yıllarda yaşanan ekonomik sorunlar (yüksek enflasyon, işsizlik, döviz krizi) halkın siyasilere olan güvenini büyük ölçüde zedeledi mi? Hiç sanmıyorum. Enflasyonda dünya sıralamasında ilk üçte yer almak ve faiz oranlarının dünya sıralamasında ilk beşe girmesi, ülkenin ekonomik dengesizliği genellikle ‘dış güçler’ veya ‘ekonomik savaş’ söylemleri ile hep açıklanmaktadır. Kendimizi bildik bileli hep iç ve dış düşmanlar ile korkutulmaktayız.
Milliyetçi söylemler, siyasetin merkezini kuşatmıştır. Bu söylem, bazen ülkenin sorunlarının üstünü örtmek veya dikkatleri başka yöne çekmek amacıyla kullanılabilmektedir. Milliyetçi damar güçlü olsa da, hukuk, ekonomik krizler ve sosyal problemler karşısında toplumda bir "yorgunluk" ve "umutsuzluk" hali gözlemlenmektedir.
13 milyondan fazla mülteci barındıran ülkede ki siyasi partilerin milliyetçiliğini nasıl izah edebiliriz? Siyasi partilerin bir kısmı bu durumu bir ‘insani kriz’ olarak değerlendirip yardımseverlik vurgusu yaparken, diğer partiler mültecilerin ekonomik ve sosyal yükünden bahsederek daha sert bir duruş sergilemektedirler. Mülteci krizi, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal bütünlüğü etkileyen bir mesele haline gelmiştir.
Türkiye'deki siyasilerin ‘dava’ söylemi, genellikle halkı mobilize etmek ve tabanını genişletmek amacıyla kullanılan bir araçtır. Ancak, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve kültürel krizler, bu davaların ne kadar gerçekçi olduğu sorusunu gündeme getirmektedir. Halkın hukuk, ekonomik ve sosyal sorunlarla boğuştuğu bir dönemde, siyasetçilerin ideolojik davalar yerine daha somut çözümler üretmeye yönelmeleri gerekmektedir.
Kısacası, her siyasi partinin ana davasının, Türkiye'yi her alanda (hukuk adalet, ekonomi, güvenlik, tarım, teknoloji, kültür vb.) dünya liderliğine taşımak olmalıdır.
YOKSA GERİSİ HİKÂYEDİR...