Siyasete ve siyasetçilere olan güvenin azalmasının arkasında, toplumun siyasi süreçleri ve aktörleri nasıl algıladığı önemli bir yer tutuyor.
Siyaset, idealde toplumsal sorunların çözümü, halkın çıkarlarını gözetme ve ülkenin kalkınması amacıyla yapılması gereken bir alan olarak düşünülse de, günümüzde birçok kişi siyaseti bireysel menfaatlerin ön planda tutulduğu bir arena olarak görülmektedir.
Birçok siyasetçi, siyaseti kendi kişisel çıkarları için yapmaktadır. Partiler, ideolojiler ya da toplum yararına olan politikalar yerine bireysel çıkarlar ön plana çıktığında, bu durum halkın siyasete ve siyasetçiye olan güvenini zedeliyor.
Siyasetin bir ‘gelir kapısı’ olarak görülmesi, halkın siyasetçilere olan bakışını olumsuz etkiliyor ve zamanla bu algı genel bir güvensizlik hissi doğurmaktadır.
Özellikle siyasi partiler arasında geçişlerin sık yaşanması ve siyasetçilerin partilerle bağlarını ilkesel nedenlerden ziyade kişisel menfaatlere dayalı olarak kurdukları düşüncesi, siyaset kurumuna olan güveni zayıflatıyor. Bu neden ile toplum, siyasetçilerin ‘güvenilir’ bir duruş sergilemediğini düşündüğünde, gelecek ile ilgili bir umutsuzluk hâkim oluyor. Bu tür bir siyaset anlayışı, halkın gözünde "menfaat siyaseti" olarak algılanıp, tüm siyasi partilere olan güven olumsuz etkilenmektedir.
Siyasetin yalnızca bir kariyer aracı olarak algılanması, siyasetin toplumsal yarar amacından uzaklaştığı izlenimi yaratır. Bu durum, özellikle yüksek eğitimli, ekonomik olarak kendine yeterli ve daha etik değerlere sahip bireyleri siyasetten uzak durmaktadırlar.
Çünkü bunların buna ihtiyaçları yoktur. İşi gücü olan ve nitelikli insanlar, mevcut siyasi ortamın yozlaşmış olduğunu düşünerek, siyasete girmek yerine farklı alanlarda kariyer yapmayı tercih ediyorlar. Bu da siyaset sahnesinin işsiz, fırsat arayışı içinde olan, eğitimsiz ya da yalnızca kişisel çıkar peşinde koşan kişilere bırakılmasına neden olmaktadır.
Siyasi liderlerin ve siyasetçilerin adlarının yolsuzluklarla anılması da güvenin azalmasında büyük bir rol oynamaktadır. Yolsuzluk vakalarının sıkça gündeme gelmesi, şeffaflık eksikliği ve hesap verebilirlik mekanizmalarının zayıflığı, siyaset kurumuna olan güveni köklü bir şekilde sarsar. Bu tür olaylar, toplumda genel bir yozlaşma algısına neden olup, bu da siyaseti daha da güvenilmez kılmaktadır.
Siyasette şeffaflığın artırılması, siyasi etik yasasının çıkarılması, siyasi parti kanunu değişikliği ile seçilecek kişilerin yerelde ki dinamiklere göre seçilmelerinin sağlanması, siyasetçilerin mal varlıklarının denetim altına alınması ve yolsuzlukla ciddi bir şekilde mücadele edilmesi, güveni tekrar inşa etmek için en önemli kriter olacaktır.
Siyasetin bir kariyer aracı değil, topluma hizmet aracı olarak görülmesi gerektiğine dair toplumda yeniden bir farkındalık yaratılmalıdır. Bu bağlamda, siyasetçilerin görev süreleri kısıtlanabilir ve belirli etik standartlara uyma zorunluluğu getirilebilir. Yani meslek olmaktan çıkarılmalıdır.
Sonuç olarak, siyaset ve siyasetçilere olan güvenin azalması, toplumun siyasetçilerin samimiyeti ve şeffaflığına dair büyük şüpheler taşımasından kaynaklanıyor.
Güvenin yeniden inşa edilmesi, ancak daha ilkesel, topluma yönelik hizmet anlayışını benimseyen ve şeffaf siyasetin egemen olduğu bir ortamın yaratılmasıyla mümkün olacaktır.
AMA BİZ TOPLUM OLARAK BÖYLEMİYİZ?