Son iki haftadır herkesin dilinde faiz artışı ve bunun sonucunda dövizde değer kaybının yaşanması olayı konuşulmaktadır. Yeni ekonomi yönetimi ile beraber faiz artışı beklentisi oluşmuş ve faiz oranının artırılması ile beraber dövizde değer kaybı yaşanmıştır.
İki yıldan beri, sırf döviz artmasın diye piyasaya sürekli döviz pompalanmış ve ileri sürülen iddialar oki merkez bankası döviz rezervleri eksiye düşürülmüştür. Döviz ve faiz ters orantılı iken, ikisinin beraber düşürülmeye çalışılması, örneğin yıllarca faiz oranlarının enflasyonun altında tutulması sonucunda döviz rezervleri eritilmiştir.
Ancak, son gelişmeler şunu göstermiştir ki, yapılan uygulamalar başarılı olamamış ve ekonomi bakanının istifasına neden olmuştur. Bir ülkede üretim olmadan, ne yapılırsa yapılsın enflasyon artacaktır. Enflasyonun en basit tarifi ise; tüketimin, üretimden fazla olmasıdır.
Dünyada kendini milliyetçi gören milletler sıralama yapılacak olursa, kendisini en çok milliyetçi ilan edecek olan halk, bizim millet olacaktır. Bu nasıl bir milliyetçilik olacak ki, bir asırdan fazladır, ekonomik değerler, spor, kültür sanat ve bilimsel alanlarda hep en gerilerde kalabilmişizdir. Yıllarca bedava yaşadığımızı düşünüyor olmak, toplumumuzun, hak etmediği derecede bir yaşam sürdüğünü söylemek ne kadar yanlış olacaktır?
Yani, bir değer üretmeden çalışmadan bedava ve borç ile yaşama gayreti içinde olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim.
Halkın bankalara olan bağlılığı, aşırı verilen tüketici kredilerinin ithal ürünlerin alınmasında kullanılması, devletin gerçekleştirdiği yap işlet devret projelerine giden paralar, Avrupa birliğine üyelik projesinden uzaklaşma belirtileri, bunun sonucunda hukuk alanındaki eleştirisel yaklaşımlar, yabancı yatırımcıların ülkeden çekilmesi, dış politikadaki kararlar gibi etkenler ülke ekonomisine olumlu ya da olumsuz yönde etki edebilmektedir.
En son olarak hükümetin tekrardan hukuk reformunu dillendirmesi, iki gün önce Cumhurbaşkanının ifadesi ile, yönlerinin Avrupa birliğine üyelik olduğu şeklindeki açıklamaların nasıl etki doğuracağı, ileriki süreçte görülecektir.
Halk arasında “ha kel HASAN” ya da “HASAN kel” deyimi ile ifade edecek olursak, ne dövizin artması hayra alamet, nede faizin artması… Her ikisi de bir ülke için fecaatir.
Geçen gün dünyadaki ülkeler arasında politika faizi sıralamasına baktığımda, hayretler içinde kaldığımı üzülerek söylemek isterim.
Türkiye 13.cü sırada olup, politika faiz oranı itibari ile Gine, Mozambik, Zambiya, Ekvator, Uganda, Bangladeş, Ruanda, Tanzanya, Ermenistan gibi ülkelerin politika faizi oranlarının üstünde olması ne kadar düşündürücü değil mi?
Yıllardır kabile savaşları ile adlarını duyduğumuz Uganda, Ruanda gibi ülkelerin önünde olmak.
Birde dünyada İslam’ı en güzel yaşadığı iddiasında olan bir millet…
Peki, politika faizi artışı neyi ifade etmektedir?
Merkez bankaları bankalara verdiği kısa vadeli borçların ve fazla likiditeyi çekmek amacıyla yaptığı borçlanmanın faiz oranını kendisi belirler. Bu faiz oranlarını belirleyerek iktisadi faaliyet ve fiyatlar genel seviyesini etkilemeyi amaçlar. Bu nedenle bu faiz oranına politika faizi denilmektedir.
Yani, Merkez Bankasının kullandığı politika faiz oranı, bir hafta vadeli repo işlemlerinde uygulanan faiz oranıdır.
Uzun lafın kısası derler ya, son olarak şunu ifade ederek bitirecek olursak, ülke ekonomileri ancak ve ancak üretim yaparak ve cari fazla vererek büyüyebilir, enflasyon düşebilir… Bunu artırmanın tek yolu da, hukuk, adalet, insan haklarında evrensel kriterlerin ilke edinmesi, temiz siyaseti hâkim kılmak vb. gibi faktörleri sıralayabiliriz.
Dünyada ekonomisi güçlü olan devletlerin demokrasilerinin de çok güçlü olduğu gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıdır.