Türkiye’nin yönetim şekli cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olması ile birlikte, siyasi partilerin ittifak halinde seçime girebilmelerin önü açılmış oldu.
Son dönemlerde “Z” kuşağı diye tabir edilen gençlerin, 1990 yılından 2002 yılına kadar ki koalisyonlu dönemleri bilmeleri imkansız.
Çünkü bir şeyi yaşamış olmak ile anlatımı arasında çok büyük farklar vardır.
Türkiye deki genel seçmen profiline bakıldığında, kolayca değişmeyecek olan bir seçmen profilinin olduğu anlaşılmaktadır. Ortalama seçmenin yüzde 70 ve üzeri, kendisini muhafazakâr ve milliyetçi diye tabir edilen bir siyasi düşünceye sahip oldukları görülmektedir. Türkiye siyasi ikliminin ikili parti şeklinde dizaynının sağlanması, böyle bir sitem ile kuşatılması bir açıdan iyi düşünülmüş olsa bile, aslında bunun sonradan handikap yarattığı ve olumsuzluğa sebebiyet verildiği söylenebilir.
Sağ-sol oyların bloklaşmasında en karlı tarafın hep muhafazakâr sağ kesimin olacağı kesindir. Hep olduğu üzere, ülkedeki siyasi ve ekonomik tıkanıklarda milliyetçilik duygularının arttığı sosyolojik bir gerçektir. Bu sosyolojiyi iyi kullanan ve yöneten partiler her zaman avantaj elde etmişlerdir.
Kendisini sol diye tarif eden CHP ile birlikte olacak ve ittifak edebilecek parti bulunmaz diye düşünülmüş olabilir. Ancak, İYİ partinin kurulması ve bunun barajı aşabilecek bir şekilde halktan teveccüh görmesi, belki de istenmeyen bir durumu ortaya çıkarmış olabilir.
CHP‘nin aldığı oy oranları yüzde 20 ile 25 bandında değişmektedir. Bununda yüzde 10 kadarı yine milliyetçi oylardır. Yani muhafazakâr milliyetçi ve kemalist milliyetçi oylar büyük bir hakimiyete sahip olduğu bir gerçektir.
Eskiden koalisyonlar kurulmadan önce, partiler arasında bakanlık müzakereleri ve hükümet politikaları için bir protokol hazırlanırdı. Partiler aldıkları milletvekili ve oy durumuna göre bakanlık elde ediyorlardı. Hükümet çalışmaları hazırlanan protokol çerçevesinde yürütülürdü. Ortaya çıkan olumlu ve olumsuz tüm sonuçlardan ortaklar sorumlu tutulurdu.
Şu ana kadar şahit olduğumuz üzere cumhurbaşkanı hükümet sisteminde ise, ittifak halinde ülkeyi yönetme projesinde, sorumluluğun tek tarafa yüklendiği görülmektedir.
Her ne kadar ittifakta olmanın, onu desteklemenin olumlu veya olumsuz sonucunu halk belirlerse de, hukuki anlamda hiçbir yük yüklemediği anlaşılmaktadır. Hatta küçük oya sahip olan partiler hükümet üzerinde çok etkili ve belirleyici olabilmekte, iç ve dış politikalarda söz sahibi olabilmektedirler.
Yani halktan aldıkları desteğin üzerinde söz sahibi olma hakkını kendilerinde görmekte ve uygulanan politikalar da belirleyici oldukları, bunun karşısında da hiç hukuki sorumluluklarının olmadıkları anlaşılmaktadır.
Yıllarca ülkeyi koalisyonlar ile yönetmenin ne kadar kötü olduğu, ülkeyi koalisyonlara teslim etmemek gerektiği, koalisyonların ülkeyi felakete götürdüğü dillendirilmiş olsa bile, bugün gelinen son noktada, bu sistem ile devletin sürekli bir şekilde koalisyonlar ile yönetmek zorunda bırakıldığı görülmeye başlanmıştır.
Bu durum muhalefet içinde geçerli hale gelmiş, muhalefetteki partiler birbirinden bağımsız bir şekilde politika yapamaz duruma gelmişlerdir. İttifak bozulur korkusu ile büyük partilerin küçük partilere mahkûm kaldıklarını söyleyebiliriz.
İktidar partisi MHP, ana muhalefet partisinin de İYİ parti ile çevrelendiği, onlardan bağımsız hareket edemedikleri ortaya çıkmıştır. Çünkü mevcut sistemde iktidar olabilmek için, yüzde 50 artı 1 çoğunluğunu elde etmek gerekmektedir.
Çıkan sonuç neticesinde, küçük partilerin bile hükümet üzerinde çok etkili oldukları ve sözlerinin dilenmesi gerektiği mecburiyeti ortaya çıkmıştır.
Bu şekli ile ülke politikalarında asıl belirleyici olan fikrin küçük partilerin sahip oldukları politikalarının olduğunu düşünmek, ne kadar yanlış olacaktır?
Nasıl ki futbolda 1 gol ile 10 gollü galibiyet 3 puan getiriyor ise, bu sistemde de iktidar olabilmek için yüzde 45 ile yüzde 6 arasında fark yoktur. Çünkü yüzde 45 in iktidarı, yüzde 6’nın insafına bırakılmıştır.
Yeni anayasa çalışmalarının dillendirildiği bir zamanda ülke yönetiminde söz sahibi olmanın, hakkaniyete göre yeniden düzenlemesinin sağlanması iyi bir fırsat olacaktır.
En başta çıkarılacak siyasi partiler yasası ile partilerin demokrasiye kavuşturulması, milletvekillerinin siyasi parti üst organları yerine, yereldeki parti teşkilatları tarafından seçilebilme imkânlarının getirilmesi gibi düzenlemeler, hem partileri özgürleştirecek hem de ülkenin demokrasisine büyük katkı sunacaktır.
Zamanın birinde, kadının biri çocuğunun hastalığına çare bulması için gittiği hocaya muska yaptırır. Ertesi gün kadın uyandığında, çocuğun daha kötüleştiğini fark eder ve tekrar hocaya gidip, bari eski haline getir der…
Bizde de sanki böyle oldu gibime geliyor…