Hicri takvime göre her yıl Muharrem Ayının 10. gününü hüzünle yad eder, kerbelayı hatırlarız. MS 680 Yılında IRAK'ın KUFFE şehri yakınlarında KERBELA çölünde Peygamber efendimiz (s.a.v)'in torunu gözbebeği Hz Hüseyin'in ve ehli beytinin şehid edildiği olaydır kerbela. Bu olay kimine göre islam tarihinde kara bir leke, kimine göre acı ve hüznü ile kapanmayacak bir yara, kimine göre de tarihte unutulmayacak kanlı bir sayfadır. İman ehli müslümanın perspektifinde farklı bir pencere olmalıdır kerbela. Olayın vuku bulma tarihi yaklaşık olarak 1.400 sene öncesi olsa da içimizde hâlâ dipdiri olarak duruyor kerbela. Nasıl mı? Gelin kerbelayı o günden bugüne taşıyarak izahatı yapalım ;
Olayın ilk kahramanı ÖMER İBNİ SAD: Aşer-i mübbeşşereden sahabe Sad Bin Ebi Vakkasın oğlu, Hz Hüseyin'in çocukluk arkadaşı. Ona vadedilen valilik makamı karşılığında halifeliği saltanat haline getirmeye çalışan YEZİD'e biat edip İBNİ ZİYAD ile beraber Hz Hüseyin'e karşı duran ordunun komutanı. Dünyalık makam uğruna gözleri kararan peygamber torununa ilk oku atan bir zat. İsimleri değişse de bu türlerin nesli hiç tükenmedi geldiler günümüze kadar. Öyle ki bugün heppimiz kerbelayı yaşıyoruz aslında. Dünyevi makam, mevki, şan, şöhret, kadın, para adına ne derseniz deyin bu tuzaklarla karşılaştığımızda Allahın bize emrettiği hayırlı yolları seçmektense çoğu kez ÖMER İBNİ SAD gibi davranmıyor muyuz acaba? Olayı manen tam olarak anlayamadığımızdan ve kerbelayı sadece tarihte bir hadise olarak görüp kerbelanın kerbelada bittiğini düşündüğümüzden kendimizi bu olayın dışında görmemizde gayet doğaldır kendimizce...
Kerbela olayına vakıf olanlar bilirler hadisenin detay ve kahramanlarını. Ancak hadisenin bir kısmı vardır ki kaynaklardan okuduğumuzda akıl tutulması yaşıyor, tüylerimiz diken diken oluyor, okudukça bugünün yaşam ve insanı üzerinde daha bir tefekkür etme eğilimine giriyoruz. Şöyle ki ; Hz Hüseyin ve beraberindeki müslümanlar şehit edilmeden önce, Ömer İbni Sad'ın başında olduğu ordu tarafından kerbela çölünde sıkıştırıldıktan sonra bir kaç gün orada beraber kalıyorlar. O süre zarfında Hz Hüseyin ve beraberindeki müslümanlar namaza durduklarında Ömer İbni Sad'ın ordusundaki kuffeliler de kendi taraflarında namaza durur hatta içlerinden bazıları namazları daha sahih olsun diye Hz Hüseyin'in safına geçip namazlarını eda eder, namaz bittikten sonra da kendi bölgelerine ve saflarına geçerler ve işin daha acı tarafı da namazları daha sahih olsun diye Hz Hüseyin'in safında namaz kılanlar sonrasında Hz Hüseyin'e karşı kılıç kullanmışlar... İnsanın akıl sınırlarını zorlayan bu hadise karşısında üzülmemek şaşırmamak elde değil lâkin bu hadiseden yine bizlere çok ince mesajlar var;
Namazları sahih olsun diye Hz Hüseyin'in safına geçenlerin namazları nasıl ki zulümlerine ve zalimliklerine engel olmadıysa bizler de şunu anlamalıyız ki eylemlerimiz ile HAK ve HAKİKATIN tarafında olmadığımız süre hangi safta namaz kıldığımız, hangi cemaat ve hangi tarikata mensup olduğumuzun bir önemi olmayacaktır. Günlük yaşamda kimimiz bağlı olduğu cemaatinin, kimimiz tarikatının meziyetlerini öve öve bitiremezken maalesef mensubu olunan gruptan bağımsız ferdi olarak haksızlık ve hukuksuzlukların içinde de yer alabiliyor, söz konusu çıkar ve menfaat olunca ilke ve değerlerimizi ayaklar altına alabiliyoruz. Kerbela bize öğretti ki; Asrı Saadetten bir sahabenin oğlu bile olsanız şeytan sizi dünyalık mevki ve makamlarla kandırabiliyor, peygambere ve ehli beytine savaş açacak kadar alçaltabiliyormuş. Yine kerbeladan öğrendik ki ; daha bu dünyada iken cennetle müjdelenen bir babanın oğlu dahi olsanız sizi kurtaracak olan babanız ve aileniz değil, amel ve imanınızdır. Bu hadiseden anlıyoruz ki İslam dini işimize ve ticaretimize geldiği gibi değil, her yan ve yön ile Allah’a teslim olmaktır. Hz Hüseyin bize gösterdi ki ; bu hayatta insanın inandığı, uğruna ölebileceği değerleri doğruları ve bu değerler ekseninde bir duruşu ve çizgisi olmalıdır. Çıkar ve menfaatlere göre saf değiştiren değil, her hal ve halette, son nefese kadar hakkın tarafında yer alabilmektir.
Bu sebeplen, kerbela gördüğümüzden çok daha farklı bir hadise, hak ile batılın ayrıldığı noktada tam bir dersler okuludur. Onu ancak manen anlayabildiğimiz kadar okuyabilir yorumlayabiliriz. Ali Şeriati'nin dediği gibi : "Hüseyin Sudan Çok Ona Lebbeyk dememize susamıştı. İlginçtir ki fikirlerinin yerine bedeninin yaralarını gösterdiler bize" Evet hüseyinin fikirlerinden ve ilkelerinden ziyade bedeninin yaraları üzerinden Müslümanlar bugün birbirine düşmüş ve bölük bölük ayrışmışlardır. Allah rızasının esas alınmadığı dünyevi niyetlerin ve siyasi ihtirasların nefse egemen olduğu günümüz İslam coğrafyasında da kerbelalar ne yazık ki hala etkilerini sürdürmekte geçmişte yaşanan kerbela ile günümüzün kerbelaları aynı yörüngede örtüşmektedir. Hz. Hüseyin bu gün hayatta olsa onu Kerbela’da maruz bırakıldığı akıbetten daha ziyade ümmetin bu olay sebebiyle parçalanmış olması üzerdi. Oysa Hz. Hüseyin ayrılık değil birleşmenin aktörüydü.
Bu sebeplen İslâm Coğrafyasında zulmün doruk yaptığı, her gün oluk oluk kanın aktığı bir zeminde Hz. Hüseyin’i anmak için yapılacak şey ağlamak, dövünmek, ve gösteriler sergilemek değil, O’nun zulme karşı dik duruşunu örnek almaktır. Aksi halde günümüzün de asıl belası olan YEZİDİN SOFRASINDA OTURUP HÜSEYİN'E AĞIT YAKAN türevler müslüman coğrafyasında fitne tohumlarını ekmeye devam edecekler…
İslam coğrafyasındaki Kerbelalar’ın son bulması temennisiyle…