COVİD-19 BİZDEN NE İSTİYOR?
Dünya, ilahi bir musibet mi yoksa kul yapımı biyolojik yapay bir virüs mü olduğunu henüz tespit edemediği bir pandeminin pençesinde ve amansız bir mücadelenin eşiğinde. Tespit ve teşhis edilen tek şey var ki; çok çetin bir sınavdan geçtiğimiz…
Öyle ki uçakların yerde kaldığı, hava şirketlerinin 63 Milyarlara varan büyük çaplı zararlara ulaşması, başta ulaşım olmak üzere hemen hemen bütün sektörlerin piyasa yollarını kapadı. Devletler siyaset, firmalar ticaret yapamaz oldu.
Küresel bazlı pandemi ekonomilerin küçülmesine, ithalat ve ihracat faaliyetlerinin sekteye uğramasına yol açtı. Dünyanın en kutsal mabetleri ibadetlere kapatılırken eğitimlere ara verildi.
Toplantı, seminer ve kurslar iptal olurken, insanlar seyahat edemez, topluca bir araya gelemez oldu.
Evet 21.Yüzyılda teknolojinin zirve yaptığı, astronotların uzayda yaşamın yollarını araştırdığı bir çağda insanlık bir anda küçücük bir virüse teslim oldu. İnsanlık tarihine yeni bir sayfa açtıracak olan bu pandeminin ortadan kalkması için araştırmalar ve aşı çalışmaları devam etse de insan ölümlerinin, ekonomik zararların ve de sosyal yaşamdaki sıkıntıların önüne henüz geçilemedi. Toplumun olaya bakışı ise farklı.
Bir kısım : başımıza geleni bir musibet olarak görüyor ve bu musibetin sebebini dünyadaki haksızlık hukuksuzluklara, ölçüsüz zulümlere bağlarken, toplumun diğer kısmı da : bu işin dünyadaki borsa ve para babaları tarafından yapılmış yapay ve biyolojik bir virüs olduğu düşüncesinde.
Aslında her iki fikirde akla mantığa uzak fikirler değildir. Lâkin görüşlerin birinci kısmı toplumda daha hakim. Yani olayın ilahi bir musibet olduğu, değilse de başımıza gelenlerin “İnsanlıktan Çıktığımız İçin” müstahak olduğumuz kanısıdır. Buraya kadar her şey normal…
İlginç ve çokça düşündüren durum ise bu görüşe paralel olarak gelişen anormal tavırlar… Yani demem o ki ; başımıza gelen musibetin yaptığımız haksızlık hukuksuzluklardan kaynaklı olduğunu dillerimiz ile itiraf ederken, bu haksızlıkların zulümlerin muhatabı olarak kendimizi ve nefsimizi karşımıza alamayışımız, ölüm gerçeğinin bize ne kadar yakın olduğunu hâlâ idrak edemeyişimiz…
Görünen o ki sadece rahatımızın bozulmasından ve zevklerimizin kısıtlanmasında Allah’ı hatırlıyor ve yaptığımız duaları da ihlastan uzak, “Bu musibet kalsın da tekrar eski rahat ve eğlenceli günlerimize dönelim “ diye yapıyoruzdur ne yazık ki. İnsanoğlu çoğu kez davranışlarından öyle bihaber kalabiliyor ki ; hatalardan günahlardan yorgan yapıp içinde yatsa yine de o yorganın kendisine ait olmadığını düşünüp davranabiliyor.
Peki ne zaman anlayacağız hakkı ve hakikati? Musibetlerin bile terbiye edemediği benlik dünyamızdaki kalplerimizi ne ara bu kadar kararttık. Feraset ve basiretimiz neden bu kadar kıt. Tefekkür etmemek elde değil.
Rabbimiz o kadar yücedir ki bizi sınadığı şeyler ise Covid-19 kadar küçük. Evet dünyadaki bütün bilim adamları, araştırmacıları gözle görülmeyen bir virüse karşı çaresiz kaldı ki biz neyimize güveniriz. Dünyanın en zengini ile en fakirini aynı seviyeye indirip her ikisini de izoleye mecbur bırakan manzara karşısında hâlâ dünyalık mevki ve makamlara aldanacak mıyız? Sevginin, muhabbetin, kardeşliğin, paylaşmanın, insana değer vermenin; Maldan, Mülkten, Paradan çok daha kıymetli olduğunu hâlâ anlamayacak mıyız?
Altımızdaki araçların bankadaki menkullerimizin değerini arttırırken, yitirdiğimiz ahlâki değerlerimiz neticesinde kültürlerinden uzak yetişecek olan çocuklarımız, nesillerimiz için de bir kaygımız olmayacak mı? Ahlâki çöküş pahasına paralanmayı seçtiğimiz menfaat dünyamızda, ağızların tadını bozan ölüm gerçeğini hâlâ idrak edemeyecek miyiz?
Gündelik, aylık birkaç kuruş dünyalık uğruna KROvatlı amirlere müdürlere defalarca eğilip bükülürken, bize sunduğu sonsuz nimetleriyle, yaratıcımız ve yaşatıcımız olan, rızkımıza kefil olan yüce rabbimize karşı şükrümüzün edası olan rükû ve secdeyi hatırlayabilecek miyiz?
Dışımıza boyalar sürüp libaslar biçerken içimizdeki kin ve haset virüslerini de tedavi edebilecek miyiz?
Garibin yoksulun doğrularını iyiliklerini bile aşağılarken zengin ve güçlü olanların yalanlarını kötülüklerini sanat olarak görmekten, saçmalıklarını önemli sözlermişçesine dinlemekten, yersiz tiksindirici geğirmelerini felsefe, bilim, din olarak anlamaya çalışmaktan vazgeçmeyecek miyiz?
Gerçekleri söylemek yerine, kalabalıkların hoşuna gidecek işler yapmaktan uzak durmayacak mıyız?
Yalakalık ve dalkavukluğu parlatıp yüceltmekten imtina edip, değerlerimiz ile diğerlerimizi ayırt etmeyi hiç düşünmeyecek miyiz?
Alınlarımızı secdeye götürürken katılaşan kalplerimize de secde ettirebilecek miyiz?
Virüsün korkusundan bedenimize çevremize yapmadığımız temizlik kalmaz iken, asıl temizliğe muhtaç olan ruhlarımızı da dezenfekte etmeyecek miyiz?
Maskeler ağızlarımızı dillerimizi kapatmadan evvel ilahi mesajı dikkate alıp gıybetten dedikodudan uzak duramaz mıydık?
Kaybettiğimiz itibarımıza ve örnekliğimize geri dönmek istemeyecek miyiz?
Sıkışınca yalan söylemekten, kafası bozulunca küfür etmekten, dara düşünce faiz yemekten, ilk fırsatta kul hakkını yemekten vazgeçmeyecek miyiz?
Tıpkı bir Çin malı gibi görüntüsü muhteşem, dayanıklılığı, kalıcılığı, ahlâki etkisi sıfır olan eylemden çok söylemde gürleyen Müslümanlığımızı ciddi bir şekilde gözden geçirip mamur etmeyi düşünmeyecek miyiz..?