Yıllardır ülkenin ekonomi durumu ile ilgili teoriler üretilerek çeşitli planlar yapılmaktadır.
Bakan ve merkez bankası başkanı değişiklikleri üzerine yeni ekonomi projeleri devreye girmekte ve her sene sonu yaklaştığında ise sabit gelirler dediğimiz çalışanlar ile emeklilerin ücret artışlarının ne kadar olacağı günlerce konuşulmaktadır.
Bu yıl için özellikle asgari ücretteki artış oranı yüzde yüz olarak yapıldı. Artış ile birlikte ise hemen hemen her gün ve her şeyde çok büyük fiyat artışlarının olduğu görüldü.
Bu zam furyası sonucunda ücretlerdeki artış oranı iki ay içinde eriyerek alınan eşya miktarının sene başından daha kötü hale geldiği ortaya çıktı.
Geçenlerde iktidar partisinin de bazı yetkililer mevcut durum karşısında çalışanların ezilmeyeceği ve hükümetin gerekli tedbirleri alacağı dillendirildi.
Mesele, ücretlerin artışı olsun veya olmasından ziyade, artış olduğu halde, bu artıştan dolayı alım gücünün nasıl korunması gerektiğidir.
Alım gücünün neden, nasıl kısa sürede eridiğini buna çözüm yollarını nasıl bulabileceğimizi konuşma ve düşünmenin gerektiğini ve en mantıklı çözümün bu olacağı kanısındayım.
Düşünün ki, sene sonunda artırılan ücretlerin alım gücü kısa sürede erimemiş olsaydı, çalışanlar bir nebze rahat nefes alacaklardı. Burda asıl konunun ücret artışı değil, her üründe ortaya çıkan aşırı fiyat artışları karşısında alım günün nasıl korunması gerekliliğidir. Yoksa istediğin kadar ücretler artsın ve 2-3 ay sonra bu artışın alım gücüne katkısının erimesi neyi ifade edebilir ki?
Şurada yanlış anlaşılmak istemem.
Elbette ki çalışanlara hak ettikleri ücretler verilsin. Yalnız bunun tek çözüm yolu olmadığı, ücret artışı ile birlikte alım gücünün düşmemesi için makroekonomik projeler ile önlenmesi sağlanmalıdır.
Yoksa bu kısır döngü hiç kimseye fayda getirmeyecektir.
Yıllardır bizler enflasyon ile hayat pahalılığının aynı olduğunu bilirdik. Oysaki hayat pahalılığı “elde edilen gelirin ihtiyaç duyulan mal ve hizmetleri satın almaya yetmemesidir. Bu niteliği ile hayat pahalılığı enflasyondan farklıdır. Enflasyon oranının sıfır olduğu bir durumda bile hayat pahalılığı söz konusu olabilir. Enflasyonun yükseldiği dönemlerde ise sabit gelirliler ve gelirleri enflasyon oranında artmayanlar hayat pahalılığından yakınır.”
Peki ENFLASYON NEDİR; akla ilk gelen günlük hayatta çokça kullandığımız mal ve hizmetlerin fiyatlarının artmasıdır. Ancak, mal ve hizmetlerin fiyatları zaman içinde artabilir veya azalabilir. Enflasyon sadece belli bir malın veya hizmetin fiyatının tek başına artması değil, fiyatların genel düzeyinin sürekli bir artış göstermesidir. Diğer bir deyişle, sadece bazı malların fiyatlarının sürekli artması ya da tüm malların fiyatlarının bir sefer artması enflasyon değildir. Örneğin aylık enflasyon oranının yüzde 1 olması, o ay içinde fiyatlar genel seviyesinin bir önceki aya göre yüzde 1 oranında arttığını gösterir. Yıllık enflasyonun yüzde 30 olması da, fiyatların bir önceki yıla göre ortalama yüzde 30 oranında arttığını, örneğin geçen yıl 20 milyon TL’ye alınan bir mal sepetinin bu yıl ancak 26 milyon TL’ye alınabileceğini ifade eder.
Enflasyonun düşmesi; fiyatların düşmesi, insanların alım gücünün artması, gelirlerinin yükselmesi demek değildir. Enflasyonun düşmesi, fiyatların daha az artması, insanların alım güçlerinin daha az azalması ve neticesinde istikrar ve refah demektir.
Şimdi bu iki illetten kurtulmanın birkaç çözüm yolunu sıralayacak olursak;
*üretim, üretim ve yine üretim yapıp ihracat etmekten başka çare yoktur. Üretim ve ihracatı daha çok amele işçiliği ihracatı yerine, büyük teknolojik ürünlerin üretim ve satışı olması olmalıdır. Yoksa batı dünyasına ucuz işçilik yapılarak yapılan ihracattan medet ummak yanlış olacaktır.
*adalet sistemine güven duyulacak adımlar atılmalı ve yurt dışından yabancı sermayeyi çekecek adımların atılması sağlanmalı ve böylelikle yatırım için para ve borçlanma faizleri düşmüş olacaktır.
*demokratik ilkeler çerçevesinde ülkenin demokrasi standardı artırılmalı ve eskiden olduğu gibi tüm komşular ile iyi ilişlerin yanında stratejik ortak denilen ülkeler ile iyi ilişkiler kurulmalıdır.
*siyasi parti kanunu ile partilerin daha demokratik hale getirilmeleri sağlanmalı ki, seçilen bireylerin gücünü onu seçen halktan alması sağlanmalıdır. Yani onu seçtirenin değil, seçenin emrinde olmayı sağlayan bir sistemin inşaa edilmesi demokrasiye ve özgür birey ve toplumun inşaasında çok büyük bir katkı sağlayacaktır.
*ülke ekonomisindeki gelişmelerin ile demokrasiye olan bakış açısının paralel olduğu unutulmamalıdır.
Alım gücü düşüşü engellenmediği sürece, istediğiniz kadar her ay ücretleri artırın. Aksi takdirde, değirmeni su götürür bizde çakçekokun peşine düşeriz…